Son zamanlarda sıkça duyduğumuz “resilience” yani psikolojik dayanıklılık sadece çocuk ve gençlerin sahip olması gereken bir beceri mi? Elbette değil. Bu gençlerle ilişki halinde olan, onların dayanıklı olmasını destekleyecek öğretmenlerin önce kendilerini güçlendirmeleri gerekmez mi?
Dayanıklılık, başına beklenmedik bir durum geldiğinde onunla baş edebilmeyi, başarısızlıklardan yılmayıp tekrar yola devam etme gücü göstermeyi anlatan bir kelime. Rüzgarlarda savrulmamak, hayata karşı sağlam durmak demek yani.
Bir öğretmen gün içerisinde onlarca zorlayıcı durumla karşılaşabiliyor. Türlü özelliklerde öğrenciyle, meslektaşlarıyla, okul yönetimiyle ve veliyle iletişim halindeyken karşılaşmaması mümkün de değil gibi… Özellikle özel okullardaki rekabet ortamı ve yoğun çalışma saatleri mevcut stresin üzerine stres katıyor. Özel hayatı da cabası. Hele ki ekonomik belirsizlik rüzgarlarının estiği böyle bir dönemde özel hayatında kapı gibi sağlam olup, işine bunu yansıtmamak da ayrı bir beceri ister. Her şeyin hızla değiştiği bir çağda belirsizlikle baş edebilmeyi öğrenmek artık belki de herkesin edinmesi gereken bir beceri iken geleceğin yetişkinlerini emanet alan öğretmenler için bu beceri hayati bir öneme sahip.
Burada belirsizliğin hayatın ayrılmaz bir parçası olduğunu kabul etmek ilk adım olmalı. Böylece belirsizliği bir stres kaynağı olmaktan çıkarmak mümkün. Bu da ancak, her ne kadar zor görünse de, beklenmedik değişiklikleri ve muhtemel olumsuz durumları bir gelişim fırsatı olarak görmek dayanıklılığı arttıracaktır. Aksi halde kişi kendini güçlendirecek tedbirler almazsa yorulup yıpranması, bezginlik ve çaresizlik hissetmesi, verimliliğinin düşmesi işten bile değil! Bir öğretmenin, bu durum kalıcı bir hal almadan, rüzgarı da yağmuru da yara almadan atlatabilmesi için kökleriyle toprağa daha sıkı tutunması, dimdik ve daha sağlam durması için ne yapması gerekir?
Aslında bu konuda yapılan araştırmalar, dayanıklılığı etkileyen faktörler arasında yaş, cinsiyet, çalışılan okul gibi faktörleri dikkate alsa da, olumsuz şartlarla mücadelede esas olarak kişiliğin etkili olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla öğretmenlerin önce işe kendilerinden başlamaları gerekiyor.
Kendinizi Tanıyın
Öğrencilerinizi tanımaya çalışıp her birine ihtiyacı olan ilgi ve öğretme şeklini sunarken, her gün aynada gördüğünüz yüzü es geçerseniz o da kolay yıpranır. Sorun bakalım o aynadaki kişinin değerleri nedir, neleri tercih eder, becerileri, kuvvetli yönleri neler. En önemlisi hedefi, amacı ne? İşte bu amaç, zor durumlarda size devam etme gücü verecektir. Bunun dışında görev ve sorumluklarınızı bilin, hak ve yetkileriniz hakkında bilgi sahibi olun. Bunları bilmek sizi olaylara karşı güçlü kılar. Öğretmen olarak görevlerinizin yazılı olduğu yer neresidir? Siz daha önce görevlerinizi okudunuz mu yoksa kulaktan dolma olarak doğaçlama mı öğrendiniz ? Bunları kendinize sormalısınız. Bu bilgilere ulaşabilmek sınırlarınızı hareket alanınızı belirlemek adına size güç katar.
Duygularınızı anlayın
Malzemesi insan olan bu öğretmenlik mesleğinde duygu yönetiminin büyük önemi olduğu konusunda hemfikir olacağımızdan eminim. Zira öğretmenlik farklı kişilerle( meslektaş, öğrenci, veli ) iletişimi dolayısıyla duygularını yönetiminde daha da usta olması gerekiyor. Hem kendinizin hem de öğrencilerinizi duygularını anlamadan onları yönetmek ise mümkün değil. Şu anda ne hissediyorum, bu duyguyu bende yaratan şey nedir, gibi soruları sormak ve cevaplarını aramak gerekiyor.
Duygular aslında hayatımızı şekillendirmedeki en önemli pusulamız. Aman dikkat, hedef üzgün, mutsuz, kızgın hissetmemek değil. Aksine olumlu olumsuz hiçbir duygunuzu halının altına süpürmemek. Bu onu sonuna kadar yaşayın demek de değil. Örneğin kızgınsanız, bağırın çağırın rahatlayın demiyorum. Bu kısa vadeli bir çözüm olur. Bir daha aynı şey yaşandığında yine sinirlenebilirsiniz. Önemli olan öfkeyi oluşturan durumu ortadan kaldırmak yada böyle bir durumla karşılaştığınızda ne yapacağınızı nasıl davranacağınızı önceden belirlemek ve duyguları yönetebilmek. Duygunuzu önce fark edin, tanımlayın ve kabul edin. Edin ki kaynağını bulup, sizi öfkelendiren şey için tedbir alabilesiniz. Duygularınızı anlayıp yönetmek yerine onları bastırmayı ve yüzünüze bir gülücük kondurmayı seçerseniz biriken duygular sizi rahat bırakmayacak ve daha sonra onarılmaz sonuçlara neden olacaktır.
Bakış açısı önemlidir
Olaylara nereden baktığınız önemlidir. Eğer olan biteni kişisel almamayı başarırsanız, bu sizi daha kuvvetli kılar. Örneğin sınıfta ders anlatıyorsunuz, öğrenciniz size bakıp gözlerini devirdi. Bu durumu size yapılmış bir saygısızlık olarak da görebilirsiniz, 12 yaşında bir öğrencinin olağan tavrı olarak da. İkincisi olarak görmeniz, hiç sinir harbi yapmadan dersi anlatmaya devam edebilmenizi sağlar. Öğrenen konumundan, öğreten konuma geçen bir öğretmen olarak öğrenen konumundaki bakış acısı aslında size hiç de yabancı değil. Sadece hatırlamaya çalışın, o ana geri dönün… Göreceksiniz o sıralarda oturan bir öğrenci olarak bakmanın nasıl olduğunu hatırlayacaksınız.
Birlikten Kuvvet doğar
Tek başına kapı gibi dayanıklı olmaya çalışmak yerine iş arkadaşlarınız, öğrencileriniz, velileriniz ve yöneticileriniz ile el ele vererek ilerlemek sizi daha dayanıklı kılar. Siz istediğiniz kadar öğrencilerinize bir beceri kazandırmayı çalışın evde bu beceri desteklenmezse yarı yolda kalabilirsiniz. Öğrencilerinize dersi öğretme tekniğinizi yönetim onaylamazsa bir adım öteye geçemeyebilirsiniz. İşte o yüzden henüz okullar yeni açılmışken tüm bu ilişkilerinizi yeşertmek ve güçlendirmek için görüşmelerinizi yapın, sene boyunca da iletişimde kalın. Ayrıca, unutmayın okullardaki rehberlik ve psikolojik danışmanlar sadece öğrenciler için değildir. Size de ihtiyacınız olan konularda rehber öğretmeninizden destek alabilirsiniz.
Anda kalın
Yapılan araştırmalar gösteriyor ki insanların büyük bir kısmı şimdiki zamanda değil, geçmiş veya gelecekte yaşıyorlar. Gelecekte yaşayan %65’i “emekli olunca yapacağım”, “çocuklar evlenince yapacağım,” “param olunca yapacağım “ gibi cümlelerinden tanırsınız. Geçmişte yaşayan %30’u ise “bizim zamanımızda”, “ben küçükken,” “eskiden,” diye başlayan cümlelerinden tanırsınız. Geriye kalan sadece % 5 şimdide yaşıyor. Halbuki bizlerin ancak ve ancak anda kalarak geleceği değiştirmek için bir gücümüz var. Geçmişi değiştiremeyiz ama geçmişe olan bakış açımızda değişiklik yapabiliriz. Her gün bir önceki halinizden daha da iyi daha da yetkin oluyoruz. Anda kalmak demek nerede ne gibi bir gücünüz olduğunu bilmek ve bunu efektif kullanmak demek.
Ölü Ozanlar Derneği filmini izlemişsinizdir. Carpe Diem sözleri o filmi izleyen herkesin beynine kazındı sanki. Carpe Diem, yani anı yaşa. Bu geçmişi unut, geleceği önemseme demek değil tabi ki. Geçmişi ele aldınız, gelecek için yani bu okul yılı için hedeflerinizi belirlediniz. Programınız, planınız hazır. Derse girdiniz. İşler hayal ettiğiniz gibi gitmiyor. İşte o noktada “neler olduğunu yargılamadan anlamaya” çalışırsanız günlük kötü sürprizleri bertaraf eder, planınızı yakalarsınız. Ne sizin ne de bir başkasının da midesi ağrımaz. Kendinize bir yöntem belirleyin. Bu bir nefes tekniği olabilir, size anda kalmayı hatırlatacak bir motto olabilir. Sanki biri düğmenize basmış da bir an zamanı durdurmuşsunuz etkisi yapacak bir şey olmasına dikkat edin. Sizi sakinleştirecek, endişenizi silip süpürecek bir şey. Sonrası kendiliğinden gelecek zaten.
Kendinize iyi bakın
Kelimenin tam anlamıyla kendinize iyi bakın diyorum. Fiziksel olarak, zihinsel olarak sağlığınızı korumalısınız. Uykunuzu tam almalısınız. Uykusuz, yorgun, hasta, stresli biri ne kadar sağlıklı düşünebilir, ne kadar öğrenebilir, ne kadar öğretebilir. Dayanıklılıkta birinci kural bence bu… Önce ben demeyi öğrenin. Bencil olun demiyorum. Gaz maskesini önce kendinize takmaktan bahsediyorum. Tabii bir ister spor olsun, ister yoga ya da pilates gibi farklı disiplinler eğer düzenli olarak en azından birini yapmaya vakit ayırabilirseniz bu da sizi güçlendirecektir. Sevdiğiniz bir şeyleri yapmak da sizi mutlu edecektir. ‘Bir kereden bir şey olmaz’ demeyin ve bir kerelik mutluluklar için kendinize fırsat tanıyın. İçinizde sizi dürten her ne ise bir kere için olsun tutun ve görün bakın neler oluyor.
Olumluya odaklanın
Çoğu zaman hepimizin düştüğü hatadır: neler yapabileceğimizden çok nelerin mümkün olmadığına odaklanırız. Biraz da beynin çalışma şekli bizi buna iter. Hani mutluluk hemen unutulur ama üzüntü yıllarca bizi takip eder ya (tabi izin verirsek)… İşte beyin de ters giden her şeyi tehdit olarak algılar ve onlara odaklanır. Çocuklara bile ne yapmayacaklarını söyleriz, öyle değil mi? Koşma, terleme, konuşma… Yani istemediklerimizi… Peki ya istediklerimiz? Doğal olarak sınıfta öğrencilerinizin dikkatle sizi dinlemesini istersiniz. Ama dikkatiniz hep sınıfın haylazındadır. Konuşmaması için onu uyarırsınız. Evet sınıfın düzenini bozuyor olabilir. Ama siz olumlu davranışına odaklanır, onu fark eder ve fark ettirirseniz sınıf içi olumsuz davranışların da azaldığını göreceksiniz. Yeter ki gördüğünüz olumluya odaklanın ve onu daha da görünür hale getirin.
Tutku Önemlidir
Şarkıda dediği gibi “ne yaparsan yap, aşk ile yap”. Zira isteksiz, elinin ucuyla yapılan şeyin sonucu ne kadar iyi olabilir ki? Sonuçtan siz memnun değilseniz kimse değildir. Halbuki coşkuyla yaptığınız, sonucundan memnun kaldığınız bir şey sizi daha iyisi için motive edecektir. Her işe aynı şevkle yaklaşamayabilirsiniz tabii ama hedef hep elinizden gelenin en iyisini yapmak olsun. Böylece hem size ilham olur hem başkalarına.
Uluslararası Koçluk Federeasyonu’nun yönetim kurulana aday olurken yaptığım konuşmada “herkes çorbada tuzum olsun der, ben çorbaya tutkumu katmak istiyorum,” demiştim. Tutku sizi ayakta tutan ve işinizde ya da her ne yapıyorsanız yaptığınız şeyde sizi daha da ileriye götürecek olan şeydir. O tutkuyu yakalamak için öğrencilerinizin gözlerinin içine bakın yeter.
Öğrenmeye Devam Edin
İnsana yaşamak için bir sebep veren en önemli duygulardan biri de merak. Meraklı insan, her duruma ben ne öğrenebilirim diye bakar, gözünü kulağını daima açık tutar. Yeni şeyleri denemekten kaçmaz. Kendini daha donanımlı hale getirir. Bilmek insanı güçlü kılar. Öğrenmekten vazgeçmeyin ama öğrendiklerinizi de paylaşın. Öğrencileriniz ya da değil, söyleyeceklerinizden ilham alacak olan birileri vardır. Söyleyecekleriniz belki de onlara ışık olacak.
Bir eğitim koçu olarak ben de hiçbir öğrenme fırsatını kaçırmıyorum. Son dönemlerde girdiğim sınavlardan birinde sorular gerçekten çok güzeldi ve öğreticiydi pek çok sloruyu anlamlı olduğu için hatırlıyorum. Mesela “saniyenin onda biri” diye bir kural varmış onu hiç duydunuz mu bilmiyorum amam atletizm yarışmalarında start alırken geçerli bir kuralmış. Sınavlar bile sadece bir ölçme aracı değil aynı zamanda da bir öğrenme aracı.
Yaratıcılık ve Oyun
Yapılan araştırmalar gösteriyor ki yetişkinlerin hayattan sıkılmasının en önemli nedenlerinden biri oyun oynamayı bırakmış olmaları… Bir ergenin büyüme merakı içinde oyun oynamayı bırakması doğal olabilir ama bir yetişkin olarak bizler artık biliyoruz. Ve bilen olarak sorumluluğumuz “yapmak.”
Bu gözle bakıp kendinize bir sorun: En son ne zaman oyun oynadınız? Dersi oyun gibi işlemekten bahsetmiyorum, onu da yapın tabii de bizzat sizin kendinizin oyun oynamasından bahsediyorum. Oyun, sadece çocuklar için değil, büyükler için de can damarı aslında. Aman ekran oyunlarını kastettiğimi sanmayın, zira onların bazıları daha da strese sokuyor.
Hayata renk katan, keyif katan ve yaratıcılığı besleyen oyunlardan bahsediyorum. Tüm bunlar insanı iyi hissettiren, ruhunu besleyen ve psikolojisini kuvvetlendiren şeyler. Düşünsenize bir, zaman kısıtınız var, zil çalmadan bir şeyleri bitirmeye çalışıyorsunuz. Tam o sırada bir öğrenciniz kitabını düşürdü. Modunuz iyiyken bu duruma nasıl tepki verirsiniz, modunuz kötüyken nasıl? O yüzden size iyi gelen şeylerle, ruhunuzu besleyin. Besleyin ki, aç kalıp bir yerlere saldırmasın. Kısaca her zaman, her şartta hayatın keyifli yanlarına bakıp hayata oyun katın.
Değişime Açık Olun
Geçen yıl biliyorsunuz birdenbire adı TEOG olan sınav kalkıverdi. Yeni sistem epey bir süre belirsizliğini korudu. Bu süre zarfında birçok öğrenci ve veli panik yaptılar. Peki kim başarılı oldu? Sakince yeni durumu analiz eden ve bu yeni duruma göre aksiyon alabilenler. Yani “dayanıklı” olanlar. Eğitim sistemimizde ya da okul içerisinde her an değişiklikler olabilir, oluyor da. Bunlar olduğunda şikayet etmek, geçmişe takılı kalmak, ahlanıp vahlanmak kesinlikle çözüm değil. Sakinliğinizi koruyun ve yeni durumu anlayın. Belki de daha iyi olacak.
Güzel Şeyleri Fark Edin
Hep kötü şeyler olmuyor aslında, sene içinde birçok başarıya, güzel ana, içinizi ısıtan olaylara da şahitlik ediyoruz. Ama araştırmalar göstermiş ki, insan doğası daha çok kötüyü hatırlama eğiliminde. Siz öyle yapmayın. İyi gördüğünüz her şeyi parlatın. Parlatın, kutlayın, şükredin ki çoğalsın. Nasıl bir kitapta önemli şeylerin altını çizersiniz ve sonra o sayfaya bakınca ilk göze bu altı çizili satırlar çarpar siz de güzel şeylerin altını çizerseniz, akılda kalanlar onlar olur. Kim güzel şeyler yaşadığı bir yere koşa koşa gitmez ki?
Öğretmen olarak daha üretken olmanın yolu daha dayanıklı olmaktan geçiyor. Aslında hayatta hangi rolü üstlenirseniz üstlenin -bu öğretmen olur eş olur, kardeş olur, anne olur, evlat olur- önce insan olarak “dayanıklı” olmak önemli. Siz yoksanız ve hayatı kutlamıyorsanız diğer olduklarımızın hiç bir önemi kalmıyor.
Kaynaklar
https://www.cultofpedagogy.com/resilience/
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/84797
http://blogs.edweek.org/teachers/coaching_teachers/2017/08/12_ways_to_boost_resilience_in.html