Blog

Ana Sayfa Blog

Sevgi Yetmez Sınırları da çizmelisiniz

0
[vc_custom_heading text=”SEVGİ YETMEZ, SINIRLARI ÇİZİP KURALLAR DA KOYMALISINIZ” use_theme_fonts=”yes”]

Sınırlar Çizip Kurallar Koymak

Çocuklar en çok neye ihtiyaç duyar diye sorsam, eminim birçoğunuz sevgi dersiniz. Haksız mıyım? Siz de haklısınız. Çocuklar sevilmek ister. Anne babalar da onları pamuklara sarar sarmalar. Öpücüklere boğar. Bazen abartır bir dediğini iki etmez. Oh mis! Musmutlu çocuklar…

Ama işte maalesef öyle olmuyor… Sevgi kadar, hatta belki de sevgiden daha çok yaşamlarında yapıya ihtiyaç duyar çocuklar. Mutlu yetişkinler olabilmeleri için sınırları bilmeleri gerek. Size sıkı bir anne baba olmaktan bahsetmiyorum. Belli sınırlar içinde, belli kurallar çerçevesinde çocuk yetiştirmekten bahsediyorum. Kuralsız bir ortamda yetişen çocuk eksik donanımlı bir yetişkine dönüşecektir.

Ama tabii ki sevgisiz olmaz. Kurallar, sevgi ile birleştiğinde mutlu ve kendinden emin çocuklar yetiştirebilirsiniz. İnanması zor da olsa da ve evet her ne kadar size bunu belli etmese de ergen çocuğunuzun en çok ihtiyaç duyduğu şey bir yapı oluşturmanızdır, kurallar koymanızdır. Kurallar, özellikle de kendi gibi hayatının dümenini eline almamış başka ergenlerle birlikte olan ergen çocuğunuz için, hedefine doğru ilerlerken kullanacağı bir navigasyon aracıdır.

Yoldan sapmasını engeller, yoldan çıksa bile yeni bir yol bulmasına yardım eder.
Nasıl mı? Eski ABD dışişleri bakanı Colin Powell’ın yaptığı bir TEDx konuşmasından(3) bahsetmek istiyorum. Bu konuşmada Colin Powell, yaptığı okul ziyaretlerinde soru sormak için parmak kaldıran çocukları yanına çağırdığını ve bir asker gibi hazırolda durduktan sonra sorularını sordurttuğundan bahsediyor.

Kimilerine göre bu çocuğa yapılan bir saygısızlık olarak görülse de askeri eğitim almış biri olarak Powell, kolları vücudunun iki yanında, dik duran ve ileri doğru bakan bir çocuğun kendine güveninin yerine geldiğini ve aslında çocukların da bunu yapmaktan keyif aldıklarını söylüyor.Bu küçük bir örnek… Ama soru sormadan önce duruşu tarif edilen çocuk bile güvenini topluyorsa, anne babanın oluşturduğu yapı ve kurallar çerçevesinde hareket eden çocuğun güvenini artık siz düşünün. Tabii asker yetiştirmekten bahsetmiyorum. Sarılmalara, öpmelere devam…

Oluşturmak Çocuğunuz için yapı oluşturmak, çerçeveleri belirlemek, sınırları çizmek, kurallar koymak bizim de öğrenci koçluğundaki ana araçlarımızdan ve çocuk yetiştirmenin olmazsa olmazı.  Ama bunu doğru yapabilmek için birkaç noktayı dikkate almanızı önereceğim:

Kurallar güvenliği sağlamaya yönelik olmalı. Böylece çocuğunuz koyduğunuz kuralın nedenini daha net anlar. “Böyle çünkü ben istiyorum”, “Böyle çünkü ben annenim” açıklamasından da daha ikna edicidir.

Gerekirse geri adım atıp özür dilemeyi ihmal etmeyin. Evet, kuralı koydunuz, ama kuralın yanlış olduğunu fark ettiniz. Özür dileyin. Böylece ergen çocuğunuz onu sevdiğinizi, üstelik saydığınızı da anlayacaktır. İşte kendine güvenmesi için ona bir neden daha vermiş oldunuz.

Kurallar için pozitif ifadeler kullanın. “Yemeğini salonda yeme”, “Geç kalma” gibi olumsuz ifadeler yerine “yemeğini mutfakta ye”, “Vaktinde gel” gibi ne olmamasını değil, ne olmasını anlattığını ifadeler kullanırsanız daha yapıcı olduğunuz için çocuğunuz da daha iş birlikçi olur.

Kural koymanın çocuğunuzu sınırlayacağını düşünüyor olabilirsiniz. Ama uzmanlar tam tersini söylüyor. 1960larda psikolog Diana Baumrind ‘in 100 çocukla yaptığı araştırmada, aileleri disiplin anlayışı, bakım, ilişkiler ve beklentiler başlıklarında değerlendirerek, 3 farklı ebeveyn tarzı olduğunu ortaya koydu. 1983 yılında da Maccoby ve Martin, bu tutumlara 4. bir ebeveyn tarzı eklediler:

Ebeveyn tarzları

  • Otoriter
  • Demokratik (Otoritatif)
  • İzin Verici
  • İlgisiz

Bu gruplardan demokratik ebeveynler, otoriter ebeveynler gibi de kurallar koyar ve kurallarına uyulmasını beklerler. Ancak otoriterlerden farklı olarak,  bu kurallar net ve çocuklarının takip edebileceği şekildedir. Ayrıca demokratik ebeveynler çocuklarına karşı duyarlıdır ve onların sorularını dinlerler. Çocuğu cezalandırmak değil, davranışının sorumluluğunu aldırmak esastır.  Baumrind’in gruplamasında bu tarz ebeveynler, haklar konusunda titiz, ama zorlayıcı ve kısıtlayıcı olmayan kişilerdir.

Disiplin yöntemleri çocuğu yıldırmaktan çok destekleyicidir ve çocuklarının topluma karşı duyarlı, haklarını savunabilen, kendine yetebilen ve işbirliği yapabilen kişiler olarak yetişmelerini isterler. Araştırma bu grup ailelerin çocuklarının daha mutlu ve başarılı olduğunu ortaya koyuyor.

Colin Powell’ın da söylediği gibi kurallar ve yapı çocukları gerçek dünyaya hazırlar. Hayatla yeni tanışan biri için kendinden ne beklendiğini gösterir. Sosyalleşmesine yardımcı olur.  Daima “lütfen” ve “teşekkür ederim” deme kuralı, küçük yaşlarda oyuncakları toplama kuralı, ergenlikte eve belli bir saatte gelme kuralı gibi… Ama tabi çocuğunuza kural koymak despot olmak demek değil. Sevgi her daim orada olmalı.

Kurallar çocuklara ve tabii gençlere düzeni öğretir; “Yemek yemeden önce ellerini yıka” dediğinizde belli bir düzenin de ipucunu vermiş olursunuz.
Kurallar aidiyet duygusu yaratır. Yetkin ve becerikli hissettirir. Sınırları bilen çocuk sizi zorlamaz, yani güç savaşlarına gerek kalmaz. Tabi onun sizi her test ettiğinde geri adım atmadan dimdik durabilirseniz. Kurallar güven duygusu yaratır. Her ne kadar kontrol edilmek istenmiyor gibi hareket etseler de kuralsız bir ortam onlar için korkutucudur aslında. Yönlerini bulabilmek için kurallara ihtiyaçları olduğunu içten içe bilirler.

Kurallar yavaş yavaş kendini güveni inşa eder. Koyduğunuz kurallarla yavaş yavaş hareket alanını genişletirsiniz, yavaş yavaş kendine güvenini kazanır, bağımsız br birey olma yolunda emin adımlarla ilerler.

Yine Colin Powell’ın konuşmasından bir örnek vermek istiyorum. Powell diyor ki: ‘Askerde, gençleri sıraya sokar, aynı giydirir, saçlarını kestirirsiniz. Yani onlara bir yapı oluşturusunuz. Kuralları anlatırsınız. Bir soru sorduğunuzda cevabı “Evet efendim”, “Hayır efendim” ya da “Mazeret yok efendim” olmalıdır.’ Tabii ki askeri kuralları eve taşıyın demiyorum. Ama Powell bu sıkı kuralların beraberinde üste olan saygıyı, hatta inanmazsınız sevgiyi arttırdığını söylüyor. Sizin evin de kendi kuralları bu saygı ve sevgi ortamını yaratacak. Çocuğunuza bu yapıyı siz oluşturabilirsiniz. Okul ancak buna destek verebilir. Asıl iş sizde.İyi de nasıl yapı oluşturacağım dediğinizi duyar gibiyim.

İşte size ipuçları:

  • Çocuğunuzu, ihtiyaçlarını, hassas noktalarını iyi tanıyın.
  • Çocuğunuzun yaşamını düznleyeceğini düşündüğünüz kurallar koyun. Bu kurallar az ama öz olsun.
  • Ne olursa olsun tutarlı davranın. Tutarsızlık kafa karştırıcı olabileceği gibi, itaatsizliği e getirecektir.
  • Bu kuralların yaptırımlarını açık bir şekilde belirtin. Uyulmadığı durumlarda mutlaka bu yaptırımları uygulayın. Uyulduğu durumlarda ise farkında olduğunuzu ve takdir ettiğinizi mutlaka belli edin. Kötüyü söyleyip, iyiyi yok saymak olmaz!
  • Rutinler oluşturmak, her yaştan insan için rahatlatıcıdır. Ne olacağını bildiğinde daha kolay ve rahat uyum sağlar. Rutin dışı bir şey için mutlaka haber verin, hatta onun da fikrini alın. Böylece kendini aileye ait ve önemli hissedecektir.
  • Sorun çıkan, çatışmaya sebep olan konular varsa, bunların tekrar edip etmediğine bakın. Tekrar ediyorsa, sorun büyümeden mutlaka kalıcı çözüm bulun.
  • Tüm bu kurallar içerisinde, o ergenliğin de getirdiği duygusal iniş çıkışlar çocuğunuzda stres yaratabilir. Spor, hobiler, sanatsal aktiviteler gibi onu rahatlatacak, stresini hafifletecek aktivitelere yönlendirin.
  • Onu koşulsuz sevdiğinizi hissettirin.

Çocuğunuz için yapı oluşturmak, çocuğunuza kurallar koymak onu önemsediğinizin bir göstergesidir. Bu da onun için “iyi bir başlangıç” demektir. Sevildiğini, yeri geldiğinde güvenildiğini, kendinden beklentiler olduğunu bilmek… Bir çocuğa geleceği için verebileceğiniz en güzel şeylerden biri de güven duygusu.

Kaynak:
https://qz.com/1039939/child-psychologist-lisa-damour-says-kids-need-rules-more-than-affection-from-their-parents/
http://www.parenting.com/article/why-kids-need-rules
https://www.ted.com/talks/colin_powell_kids_need_structure

FELSEFE YAPMA DİYENLERE BAKMAYIN

0
[vc_custom_heading text=”FELSEFE YAPMA DİYENLERE BAKMAYIN, LÜTFEN BOL BOL FELSEFE YAPIN!” use_theme_fonts=”yes”]

LÜTFEN BOL BOL FELSEFE YAPIN!

Okullar çocuklarımıza ne düşüneceklerini öğretmek yerine nasıl düşüneceklerini öğretselerdi nasıl olurdu? Çocuklarımız küçük yaşlarında, daha ilkokul sıralarındayken hayata bakmanın farklı yolları olduğunu öğrenselerdi? Sadece ailesinin ya da öğretmenlerinin bakış açılarıyla sınırlı kalmasalardı?

Düşünün bir… Sadece kitap okumak bile çocuğunuzun ufkunu nasıl açıyor… Çünkü aslında doğuştan geniş hayal gücüne sahibiz. İşte o yüzden Harry Potter ya da Yüzüklerin Efendisi gibi kitaplar milyonlarca çocuğa ulaşıyor. Uzmanlar bu tarz kitapları severek ve anlayarak okumayla filozof Plato’yu anlamak için aynı beceriye sahip olmak gerektiğini söylüyor. Evet yanlış okumadınız, filozof dedim.

Gelin İngiltere’de ilkokulda felsefe dersine başlayan okullarda yakın dönemde yapılan bir araştırmanın sonuçlarına bakalım. Bu araştırmaya İngiltere’de 48 okuldan 3000 çocuk dahil edilmiş. Araştırma, 2 yılın sonunda çocukların okuma, okuduğunu anlama ve matematik yeteneklerinin oldukça geliştiğini ortaya koymuş. Aslına bakarsanız araştırmaya başlandığında böyle bir sonuç elde edilmesi de hedeflenmiyormuş. Bu, felsefe derslerinin yan etkisi diyelim. Ve bunlar haftada sadece 1 ders, bakın bir saat bile değil, sadece bir ders felsefe ile varılan sonuçlar: 1 ders felsefe eşittir 2 aylık standart ders! Felsefe, çocuklara daha iyi dinlemeyi, farklı bakış açılarını kabul etmeyi, daha anlaşılır konuşmayı ve fikirlerini daha net ifade etmelerini sağlamış. (1)

Durham Universitesi tarafından 48 ilkokulda 3159 çocuk ile yürütülen başka bir araştırmaya göre gerçek, adalet, bilgi gibi konularda yoksul ailelerden gelen çocuklar felsefe derslerinden daha çok fayda sağlamışlar. Tüm çocuklar, ortalama 2 ayın sonunda çocukların okuma ve matematik notlarının yükseldiği gözlemlenmiş. Daha kötü koşullardan gelen çocuklar için ise elde edilen faydanın çok daha yüksek olduğu, 4 ayın sonunda okuma, 3 ayın sonunda matematik, 2 ayın sonunda ise yazma becerilerinde gelişme olduğu gözlemlenmiş. (2)

Her iki araştırma çocukların akademik alanda gösterdiği gelişimi ortaya koymakla kalmıyor. Sosyal olarak da çocuklardaki gelişim oldukça çarpıcı. Felsefe dersi alan çocukların birbirleriyle ilişkilerindeki yaratılan farkın çok büyük olduğu vurgulanıyor. Oyun oynarken anlaşamadıkları konuları çözümleme biçimleri, birbirlerinin bakış açılarına gösterdikleri saygı, ders esnasında ortaya koydukları farklı fikirler… Hepsi felsefe ile çocukların hayatlarında ve hayata bakış açılarında yaratılan farkı gözler önüne seriyor.

Ve bu sadece haftada bir ders felsefe ile çocukların entelektüel ve sosyal gelişimlerinde yaratılan fark. Sadece haftada bir ders felsefe ile çocuğunuzun hayatında yaratılacak fark ne kadar büyük. Üstelik tek yapılması gereken şey, zaten onun doğasında olan soru sorma becerisini kullanmasına izin vermek. Sonrasında mantık yürütme, daha derin düşünme, kendi bakış açısını oluşturma, başkalarının düşüncelerine saygı gösterme, konuşma, dinleme gibi hayat becerileri doğal bir şekilde gelişecek. Üstelik davranışları olumlu yönde değişeceği için ilişkileri de olumlu yönde etkilenecek.

Tabi şimdi felsefe deyince hepimiz bir adım geri çekilmek istiyoruz değil mi? O ağdalı, zaman zaman bizim bile anlamakta zorlandığımız konuları çocuklarımız nasıl anlayacak?

Onların anlama seviyesine göre hazırlanmış resimli kitaplar, videolar, müzikler ya da resimler ile… Çıtır Çıtır Felsefe serisini duymuş muydunuz? Alıp bir inceleyin, bir fikir edinirsiniz. Ama çocuklara tabi ki felsefi kuramlar anlatılmıyor. Çocuğunuz aşağıda örneklerini verdiğim gibi sorulara cevap arıyor.

Cevap aranan sorular

  • Arkadaşlar aileden önemli midir?
  • Çalmak doğru mu dur?”
  • Yalan söylemenin doğru olduğu bir durum var mıdır?
  • Adınız farklı olsaydı, farklı bir kişi mi olurdunuz?
  • Görünmezlik yüzüğünüz olsaydı ne yapardınız?
  • Bilgisayarlar düşünür mü?
  • Hiçbir şekilde bilemeyeceğimiz bir şey var mıdır?
  • Konuşabilseydi domates yer miydiniz?

Sorular dışında senaryolar da felsefe derslerinde kullanılabilecek yöntemlerden… Örneğin “hayali bir küçültme makinesinde ortadan kaybolana kadar küçülür müsünüz? Gerçekten yok mu olursunuz yoksa kimsenin sizi göremeyeceği kadar küçülür müsünüz?” gibi bir senaryo ile çocuklar daha metafizik sorularına yanıt arayabilirler.

Tüm bunlara yanıt ararken de arkadaşlarının fikirlerini dinliyor, anlıyor, tartışıyor. Farklı bakış açıları olabileceğini doğal bir ortamda öğreniyor, saygı gösteriyor. Ve tüm bunları öğretmen yönlendirmiyor, tartışmalar tamamen çocukların ortaya attığı fikirlerle yön buluyor. Zira diğer derslerde olduğu gibi sorunun doğru cevabı yok, herkes istediği gibi yorum yapmakta serbest. Doğruyu ve yanlışı, iyiyi ve kötüyü öğrenmek için ne kadar doğal ve rahat bir ortam…

Felsefe dersinin müfredata girmesi için zamana ihtiyacımız var. Peki anne-babalar ya da öğretmenler olarak siz neler yapabilirsiniz?
Öncelikle bir adım geride durmaya hazırlıklı olun. Çocuğunuza ya da öğrencilerinize düşünmesi için süre tanıyın ve onun yerine cevap vermeyin, çözüm üretmeyin. Hatta felsefi bir tartışma yaratmak için birden fazla çocuğun ortamlarda ilginç sorular sorun. Çocuklar birbirlerini zorlamayı sever. Böylece oldukça doyurucu, geliştirici bir konuşma ortamı yaratırsınız.

Büyük filozof Descartes’in “Düşünüyorum, öyleyse varım” sözünü bilmeyenimiz yoktur. Düşünen ve böylece “var olabilen” bir nesil için, lütfen bol bol felsefe!

Kaynaklar:

http://www.businessinsider.com/the-case-for-teaching-philosophy-in-schools-2016-3
http://dailynous.com/2015/07/10/benefits-of-teaching-philosophy-in-primary-school/
https://www.theschoolrun.com/philosophy-in-primary-school-how-thinking-skills-will-benefit-your-child

Öğrenci Koçluğu Nedir?

0

Öğrenci Koçluğu Nedir? Öğrenci Koçluğu 13-24 yaş arasındaki gençler için gerçekleştirmek istedikleri hedeflerine odaklanan ve bu odaklanma sürecinde elde ettikleri sıra dışı farkındalıkları hayata geçirdikleri interaktif bir süreçtir.

Başka bir ifadeyle öğrenci koçluğunda gençler yapmak istediklerini yaparlar ve bu yaptıkları onları adım adım hedeflerine götürür. Kararlar alırlar ve kendi geleceklerinin yaratmak için eyleme geçerler, kendi hayatları hakkında sorumluluklar alırlar ve bu sorumluluğu almaya bizzat kendileri gönüllü olur. Hiç kimsenin herhangi bir zorlaması olmadan kendi istekleri ile tüm bunları yaparlar.

Öğrenci koçluğunda ilk ihtiyacı gençler , öğrenciler hissetse de bu destek ihtiyacını söylemek her zaman kolay olmuyor. Gerçekte onların hayatlarını kolaylaştırıcı bir süreç olan koçluğun ne olduğunu tam olarak anladıklarında bu destek ihtiyaçlarını daha fazla dile getirebiliyorlar. Bize düşen gençlere öğrencilere koçluğun tam olarak ne olduğunu ne fayda sağlayacağını bu süreçteki sorumluluklarını net biçimde anlatmaktır. Bu tanımı, açıklamayı yaparken gençlerin dilini kullanmak son derece önemlidir. Kendileri için en iyi olanı aramak, denemek ve bulmak için çalışan gençlerin önü açılmalı ve özellikle ergenlik döneminde kendi kararlarını verebilmeleri için cesaretlendirilmeli ve yapmak istedikleri için güçlendirilmelidir.

İşte öğrenci koçluğu tam da bunu yapar.

Gençlere hedeflerini gerçekleştirmek için;
  • Yapı
  • Strateji
  • Destek

sunar.

Bunu yaparken öğrenci koçları olarak iki şeye çok değer veririz gençleri güçlendirmek ve cesaretlendirmek.

Çocuğunuza mı Konuşuyorsunuz , Çocuğunuzla mı Konuşuyorsunuz?

0
[vc_custom_heading text=”ÇOCUĞUNUZA MI ÇOCUĞUNUZLA MI KONUŞUYORSUNUZ?” use_theme_fonts=”yes”]

Yeniden düşünmek gerek çocuklarla konuşurken çocuğunuza mı konusuyorsunuz  çocuğunuzla mı konusuyorsunuz? Öğrenci Koçluğu’nda gençlere sorarız seninle konusyor ailen sana mı konuyor diye … Konuşmanızın onun gelişimi üzerine etkisini biliyorsunuz. Ama belki de dikkat etmediğiniz şey onunla nasıl konuştuğunuzun da önemi olduğu. Yapılan son araştırmalar çocuğunuzla konuşma şeklinizin onun beyin gelişimini doğrudan etkilediğini gösteriyor. Çocuğunuz konuşmayı öğrenmemiş dahi olsa, kelimeleri öğretmek için kullandığınız resim kartları yerine onlarla konuşmanız, sohbet etmeniz öneriliyor.

4-6 yaş arası çocuklarla yapılan bir çalışmada, gerçekleştirilen testler ve beyin emarı, konuşma sırasında çocukların beyninin değiştiğini, konuşma becerisinin geliştiğini ortaya koymuş. Üstelik ailenin gelir ve ekonomik düzeyi ne olursa olsun sonuç değişiklik göstermemiş.

İşte yaşı kaç olursa olsun asıl önemli olan şu:

Arada ince bir çizgi var. Yani ona bir şeyler söylemek yerine, sohbet etmelisiniz. Aradaki fark açık, değil mi? 1995 yılında yapılan bir araştırma, durumu iyi olan ailelerin çocuklarının, durumu kötü olan ailelerin çocuklarına göre, 3 yaşına geldiklerinde 30 milyon daha fazla kelime duyduklarını ortaya koymuş. Düşünün bir kere. 30 milyon kelime… Hayatınızda nasıl büyük bir fark yaratır.

Yine 1995 yılında yapılan diğer bir araştırmada, araştırmacılar her ay 42 aileyi ziyaret ederek en az 1 saatlik “aile sohbeti” ortamı yaratmışlar. Aile sohbeti sırasında konuşulan konuların ne olduğu ve anne-baba yaklaşımının olumlu ya da olumsuz olduğu konularına dikkat etmişler.  Yaptıkları tüm konuşma kayıtlarını analiz etmeleri tam 6 yıllarını almış. Sonuçlar? Refah düzeyi düşük olan ailelerin çocukları saatte 600 kelime, çalışan anne-babaların çocukları saatte 1200 kelime, meslek sahibi ailelerin çocukları saatte 2100 kelime duyuyormuş.

Araştırmaya katılan ailelerin çocukları 9 yaşına geldiğinde okuldaki başarıları da takip edilmiş. Sonuç? Çocuk 3 yaşına gelene kadar kendisiyle ne kadar çok konuşulursa zekası ve iletişim becerileri o kadar gelişiyor, okulda o kadar başarılı oluyor. Peki ya televizyon? Onu hiç sormayın. Yardım etmediği gibi zarar verici bir etkisi olduğu ortaya koyulmuş. Aslında hangi sosyal sınıftan olursa olsun, çocuğuyla konuşan ailelerin çocuklarının okul başarılarının da benzer olacağı sonucuna varılmış.

2008 yılında yapılan başka bir araştırmada, 120 ailede 10 hafta boyunca çocuklarına 16 saat boyunca tüm konuşmaları kaydedecek bir cihaz kullandırılmış. Aile sohbetinin yer aldığı ailelerde 10 hafta sonunda kullanılan günlük kelime sayısı 8000 ila 13.000 arasında (yani % 55 oranında) artmış.

Çoğunuza mı Konuşuyorsunuz , Çocuğunuzla mı Konuşuyorsunuz?

Bakıcılarla yapılan başka bir araştırmada 6 hafta boyunca bakıcıların çocuklarla sohbetlerini kayıt etmeleri sağlanmış. 6 haftanın sonunda bakıcıların kullandığı kelime sayılarında artış olduğu, bunun sonucunda da çocukların kullandığı kelime sayılarında artış olduğu gözlemlenmiş.

Bugün baktığımızda çocukların kelime haznelerini geliştirmek için birbirinden farklı birçok uygulama ve oyuncak olduğunu görüyoruz. Ama sorun şurada. Amacımız çocukları kelime bombardımanına tutmak olmamalı. Aslolan, insan ilişkileri ve sosyal ilişkiler. Bu da “karşılıklı” sohbet etmekten geçiyor. Sadece kelimeyi bilmek iletişim becerisini beraberinde getirmiyor.

Çocuğu ile sohbet eden refah düzeyi düşük bir ailenin çocuğunun dil becerisi, sohbet etme şansı olmayan, sadece kelimelerin uçuştuğu refah düzeyi yüksek bir ailenin çocuğuna göre daha çok gelişiyor ya da benzer dil becerisine sahip olabiliyor. Tüm imkanlarımızı tüm iyi niyetimizle çocuğumuzun gelişimini desteklemek için kullanırken, bazen en basit şeyleri atlayabiliyoruz. Sohbet etmek gibi… Olanaklarınız kısıtlı  ise  çocuğunuzla yapacağınız çok az  şeyden biri  ki -en etkililerinden biri -de sohbet etmek…

Araştırma sonuçları da bunu destekliyor zaten… İstediğiniz kadar kelime bilin, onları konuşmaya dökemiyorsanız bir terslik var demektir. Bir düşünün… Sürekli dinleyen biriyseniz, iletişiminiz güçlü müdür? Peki ya sürekli konuşan sizseniz? Aslında çok basit, değil mi? İletişim karşılıklıdır. Çocuğunuzun iletişim kurabilmesini istiyorsanız onunla konuşmalı, konuştuğunuz kadar da ona konuşma hakkı tanımalısınız. Zaten sohbet bu demek değil mi?Ayrıca sohbet etmek daha karmaşık bilişsel becerileri de geliştiriyor. Zira sohbet hem konuşmayı hem dinlemeyi gerektirdiği için karşınızdakini anlama ve uygun şekilde cevap verme becerisi de geliştiriyorsunuz.

Yukarıda bahsettiğim 4-6 yaş arası çocuklarla yapılan çalışmada çocuklar ev ortamında takip edilmişler ve sürekli olarak beyin taramaları yapılmış. Sonuç olarak, hikaye dinleyen, sohbet eden çocukların yani daha çok sohbete ya da dil kullanımına dahil olan çocukların duydukları kelime sayısı ne olursa olsun dil testlerinde daha iyi notlar aldığı tespit edilmiş. Beyin taramalarında ise bu çocukların biyolojik beyin gelişimlerinin de olumlu etkilendiği gözlemlenmiş. Yani çocuğunuzla küçük yaşlarda yapacağınız sohbet, beynin biyolojik büyümesini etkiliyor. Alt tarafı sohbet deyip geçmemek gerekiyor. Elindeki tek imkanı sohbet olan bir aile bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde çocuğunun gelişimini olumlu yönde destekleyebiliyor.

Yeniden düşünme zamanı

Şimdi tüm bu anlattıklarım ışığında bir dikkat edin; çocuğunuza mı konuşuyorsunuz, çocuğunuzla mı konuşuyorsunuz?Sadece konuşuyorsanız, isterseniz nefessiz kalana kadar konuşun, monologdan öteye gitmediğiniz için bunun çocuğunuzun gelişimine katkısı tartışılır. Ama çocuğunuzla kısa kısa sohbetler bile etseniz onun dil gelişimine, iletişim becerisine ve beyin gelişimine destek oluyorsunuz. Kurduğunuz duygusal bağ sayesinde hayatının belki de en zorlu süreci ergenliği daha kolay atlatması, sevildiğini ve değer verildiğini hissetmesi de cabası!

Kaynak:

  1. https://www.weforum.org/agenda/2018/02/how-you-talk-to-your-child-changes-their-brain
  2. https://opinionator.blogs.nytimes.com/2013/04/10/the-power-of-talking-to-your-baby/

ANNE BEYNİMLE KONUŞUR MUSUN LÜTFEN? Bir Ergenin kurtarıcı cümlesi

0
[vc_custom_heading text=”ANNE BEYNİMLE KONUŞUR MUSUN LÜTFEN?” use_theme_fonts=”yes”]

Evinizde bir ergen varsa aşağıdaki yaşamanız çok olasıdır.

Tam olarak ne hissettiğimi anlayamıyordum. Tek bildiğim kalbimin deli gibi çarptığı ve ölecekmişim gibi hissetmemdi. Korku ile gecenin bir yarısı annemlerin odasına daldım ve “Kalbim çok çarpıyor iyi değilim“ dedim. Babam doktor olduğu için kısa bir kontrol sonrası bir şeyimin olmadığını söyledi. Ama bu his beni sık sık yoklamaya devam etti. Sürekli vücudumda hastalık arıyordum. Tüm bunları ortaokul son ve lisenin ilk yıllarında yaşadım. Yani o çok meşhur dönem olan “ergenlik” döneminde. Zamanla bu duygularım yatıştı ve sıkıntılı süreci ailemin de desteğiyle atlattım.

Yukarıda anlattıklarımdan yıllar sonra, eşim ve 13 yaşındaki kızımla bir yaz tatiline başlamadan önce bu kez kızım sürekli karın ağrısı ve iç sıkıntılarından şikayet etmeye başladı. Konuşmalarımız bir yere kadar rahatlatsa da süreç her seferinde başa sarıyordu. Son olarak tatile çıkacağımız gün yolculuğumuza hastanenin acil servisinde başladık. Tahmin edebileceğiniz gibi basit bir gaz sıkıntısından başka patolojik hiçbir sorun yoktu. Bu rahatlıkla tatilimize devam ettik. Ama çok sürmeden şikayetler yeniden başladı. Tatil dönüşü soluğu yine doktorda aldık. Hiçbir şey olmadığını kendimize ve kızıma anlatsak da yine de emin olmak istedik. Doktorumuz kızımın tamamen gelişme çağı ve ergenlik kaynaklı bir stres topunun içinde olduğunu bize anlattı. Bu yaşlarda bu durumla sıklıkla karşılaştıklarını da belirtti. Bunu duyunca uzun zamandır yaşadığım hatıralarıma geri dönüşlerin boşuna olmadığını anladım. Bundan sonrası bizim için daha kolaydı.

 

Ya sizde nasıl ?

Eminim bu satırları okuduğunda benzer sıkıntıları yaşayanlar kendilerini bulacaklardır. Peki bunu her ergen yaşar mı? Erken gençlik döneminde fiziksel değişimler çocuklarımızda birinci sarsıcı değişim. Bu değişimi anlamaya çalışan genç yetişkin adayımız, tüm bunları sorgularken psikosomatik olarak kendine hastalıklar da üretir. Hiçbir şey olmasa da iç sıkıntısı ve hayattan memnun olmama durumuyla boğuşup durur. Zihninde olmayanları varmış gibi yaşar. Beyninin onun kafa karışıklığından faydalanıp oyunlar oynadığını anlayamaz.

İşte tam da bu anlarda sizin desteğinize ihtiyaç duyarlar. Tüm bu sıkıntıları yaşarken sizi acil servis olarak görürler. Endişelenmeye gerek yok. Kendiniz ve çocuğunuzu rahatlatmak için öncelikle aile doktorunuzdan görüş alabilirsiniz. Sonrası sizin artık süreci paniklemeden, anlamaya çalışarak, kendi yaşanmışlıklarınızdan destek alarak ve en önemlisi aile birliği oluşturarak çocuğunuza yaklaşmanız olacaktır. Ne kadar sakin olursanız o kadar rahatlayacak, ne kadar dinlerseniz o kadar çok paylaşacaktır. Sıkıntısını yok saymak yerine onu ciddiye aldığınızı ve destek olacağınızı hissettirmek çocuğunuz için o kadar kıymetlidir ki.

üstesinden gelmek

Peki biz ne yaptık? Hikayeleri çok seven bir kızımız var. O nedenle biz de karın ağrılarını hikayeleştirdik. Ne zaman karnı ağrısa, “Anne şu karnı ağrıyan kızın hikayesini anlatır mısın?” diye destek istedi. Çünkü bu kızımın kendini rahatlatmak için seçtiği oyundu. “Bazen hiçbir şeyimiz olmadığı halde beynimiz bizi kandırır“ dediğimiz için, şimdi ne zaman kendini iyi hissetmese “Anne beynimle konuşur musun lütfen” diyor. Üstesinden gelemediği bu durumlarda kızımın can simidi bu cümle. Üstesinden gelemediği durumlarda çocuklarınız için can simitlerinizi siz de aile içi iletişim kodlarınıza göre oluşturabilirsiniz. Bu bir hikaye olabilir, şarkı söylemek, dans etmek olabilir. Bir olumsuzluğu gidermek adına yapacağınız bu aktiviteler aile içi iletişiminizin de gelişmesine olumlu katkı sağlayacaktır.

Yeşim ERDOĞAN
Profesyonel Koç

BİR DEHB’linin SOSYAL MEDYA PAYLAŞIMLARI

0
[vc_custom_heading text=”BİR DEHB’linin SOSYAL MEDYA PAYLAŞIMLARI” use_theme_fonts=”yes”]

Sosyal medyayı neden kullanıyoruz? Kimi zaman günlük hayatımızdaki sorunlardan uzaklaşmak için, kimi zamansa tam tersine bu sorunları paylaşmak için. Kendi içinde çelişkileri olan bir mecra, öyle değil mi? Ama bu çelişkiler bizim hakkımızda fikir verebiliyor.

Son dönemde yapılan araştırmalar sosyal medya paylaşımlarımızın %85 doğruluk payı ile “akıl sağlığımız” hakkında fikir verdiğini ortaya koyuyor. Öyle ki 30 ya da 60 dakikalık seanslarda elde edilemeyen verilerin özellikle Twitter paylaşımları üzerinden elde edilebildiği anlaşılmış durumda. Zira sosyal medya paylaşımlarımızı tamamen özgür bir ortamda, tam olarak kendimiz olduğumuzda yapıyoruz. İşte bu da bizle ilgili tüm ipuçlarını, nasıl bir dönemden geçtiğimizi gözler önüne seriyor. Bir anlamda takip ettiklerimiz için “kral çıplak” diye düşünürken kendi çıplaklığımızın farkında bile olmuyoruz.

Tüm bunlar biraz ürkütücü gelse de aslında sosyal medya paylaşımları ile birinin DEHB’li olup olmadığını anlamak da mümkün. 2017 yılında yapılan bir araştırmada(1)1400 DEHB’li twitter kullanıcısının 1.3 milyon paylaşımı ile yine aynı sayıda, aynı yaşta, cinsiyette ve sosyal medya kullanım sıklığı benzer olan ancak DEHB’li olmayan twitter kullanıcısı paylaşımları karşılaştırmalı olarak inceleniyor.

İncelemeler sonucunda DEHB’li kişilerin yoğun olarak odaklanma, otokontrol, niyet ve başarısızlık konularında paylaşımlar yaptıkları, zihinsel-fiziksel ve duygusal yorgunluklarından bahsettikleri anlaşılıyor. “Nefret”, “hayal kırıklığı”, “üzgün”, “ağlamak” kelimelerini DEHB’li olmayan kontrol grubundan daha çok kullandıkları görülüyor ve genelde herkesin uyuduğu 00:00-06:00 saatleri arasında paylaşımda bulundukları gözlemleniyor.

DEHB’lilerin ruh halleri genel anlamda daha çalkantılıdır ve daha fazla olumsuza odaklanırlar.  Bu da paylaşımlarının daha olumsuz yönde olmasının sebebini açıklıyor aslında. Sosyal medyada yapılan ilgi çekici bir paylaşımın dakikalar içinde olumlu geri dönüşler alması da neden sosyal medyada aktif olduklarını açıklıyor. Dikkat eksikliği, hiperaktivite ve dürtüsellik… Tüm bunlar anında geri dönüş alma ile birleşince sosyal medya DEHB’liler için en iyi kendini ifade etme aracı olarak karşımıza çıkıyor.

Son 10 yıldır yapılan araştırmalar, özellikle DEHB’li danışanları olan koçlar ve diğer profesyoneller için sosyal medya postlarının başka bir yönünü ortaya koydukları için değerli oldukları kanısındayım. DEHB’li birinin paylaşımlarını inceleyerek seanslarda ortaya çıkmayan, biraz daha geri planda, halı altında kalmış sorunları tespit ederek desteğinizi o yönde vermeniz de mümkün.

Kaynaklar

(1)https://www.sciencedaily.com/releases/2017/11/171113111016.htm

(2)https://www.elitedaily.com/p/what-your-twitter-says-about-you-your-mental-health-according-to-new-research-5486975

GENÇLERİN EN KRİTİK KARARI: MESLEK SEÇİMİ

0
[vc_custom_heading text=”GENÇLERİN EN KRİTİK KARARI: MESLEK SEÇİMİ
” use_theme_fonts=”yes”]

Çocuklarımızın hayatından memnun olmasını, keyif almasını istiyorsanız onu sevdiği mesleği seçmesi konusunda destekleyin. Çocuğunuzun kendini tanımasına rehberlik edin. “Ben olamadım, o olsun” yaklaşımından kaçının. Unutmayın; ilgi ve yetenekler, eğitimle birleştirildiğinde doğru bir meslek seçimi yapılabilir.

Bir eğitim koçu olarak, belki de en önemli görevlerimden birisi, gençlere meslek seçimi konusunda rehberlik etmek. Çünkü meslek seçimi insanın geleceğini şekillendirecek hayati kararlardan biri ve maalesef çevremde yanlış meslek seçtiği için mutsuz olan, yeteneklerini kullanamayan, içindeki cevheri ortaya çıkaramayan birçok insan görüyorum. Hobilerin önemi ile ilgili yazdığım yazıda becerilerini ve ilgi alanlarını işe dönüştürebilenlerin ne kadar mutlu olduğunu, bunun başarıyı da getirdiğini belirtmiştim.
Meslek para kazanma ve ekonomik ihtiyaçları karşılama aracı olduğu kadar, kişilerin bir şeyler üretme, bir şeyler ortaya koyma aracıdır. Bunu yaparken de yetenek ve becerilerini kullanır. Bu sebeple kendini en iyi şekilde ifade edebileceği, potansiyelini ortaya koyabileceği bir seçim yapması, işini keyifle yapmasına ve ortaya iyi bir iş çıkarmasına sebep olacaktır.
Eğitimle ilgili dünyadaki gelişmeler ve yapılan araştırmalar artık beceri ya da yeteneklerin akademik bilgiden daha öne çıktığını gösteriyor. Şu Becerilere Sahip Gençlerin Sırtı Yere Gelmez başlıklı yazımda American Management Association’ın 2010 yılında yaptığı “Kilit Beceriler Araştırması”na(1) göre  hayatta başarılı olabilmek için öne çıkan becerilerin sorgulayan düşünce yapısı, etkin iletişim, takım çalışmasında uyum ve yaratıcılık olduğunu belirtmiştim. Günümüz gençleri okulda ya da aile yaşantısında bunları öğreniyorlar mı? Benim de severek takip ettiğim, Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı yapmış, birçok eğitim kurumunun kuruluşunda görev almış ve dünya okul sistemleri konusunda da uzman olan Prof Dr. Ziya Selçuk, Türkiye’de günümüz müfredatında “gençlerin hayat değil, sınava hazırlandığını” söylüyor. Bu aslında çok üzücü. Çünkü iş hayatında müdürler “Çıkarın kağıtları yazılı yapacağım” demiyor. Elbette bilgi de önemli, ama verilen işi eksiksiz ve zamanında yapma, tüm açılardan değerlendirip en uygun senaryoya göre karar alma, riskleri ön görme, çalışma arkadaşlarıyla yapıcı ilişkiler kurma, gerekirse takım çalışması ya da bir ekibe liderlik yapabilme gibi beceriler daha da önemli. Yani gençlerin görüntüyü değil, altyapıyı doldurması gerekli; diplomaya değil kazanımlarına bakması gerekli, daima ve daima hedef heybeyi doldurmak olmalı. Ziya Hoca eskiden karnelerde “talim” ve “terbiye” notlarının ayrı olduğundan da bahseder, şimdi ise karnelerde sadece ders notları var ve bu notlar bilgiyi kullanma şeklinizi değil bilip bilmediğinizi puanlayan bir sistem. Yani öğretim var ama eğitim konusu biraz bulanık! Uluslararası Eğitim Başarılarını Değerlendirme Kuruluşu (2) IEA’nın, dört yıllık aralıklarla düzenlediği, 4. ve 8. sınıf düzeyindeki öğrencilerin matematik ve fen bilimleri alanlarında kazandıkları bilgi ve becerilerin değerlendirilmesine yönelik bir tarama araştırması olan TIMSS’in 2015 raporunda, Türkiye tüm alanlarda puanını arttırsa da dünya ortalamasının altında.  Örneğin, TEOG’da yüzlerce birinci çıkarırken, uluslararası bir sınavda 8. sınıflarda matematikte dünyada 24. sıradayız, fende 21. sırada.  Bu da maalesef bilgi öğretilse de bunun beceriye dönüşmediği, öğrencilerimizin bu bilgiyi kullanmada sorun yaşadıklarını gösteriyor.
Ama iyi haber, ülkemizde de bazı okullar konunun önemini kavrayıp yetenek haritalarını çıkarmaya, yetenek geliştirme programları koymaya başladılar. Kurumsal şirketler de çalışanlarının mevcut yeteneklerini geliştirmek için yetenek geliştirme programları koyuyorlar.
Ancak, meslek seçiminde, gencin kişisel özellikleriyle ve becerileriyle uyumu kadar, o mesleğin geleceğini de düşünmek gerekli. Halbuki bizler onları bugünün verilerine ve kendi deneyimlerimize göre yönlendiriyoruz. “Her tarihsel olayı kendi zamanına ve koşullarına göre değerlendirmeli” denir, bu gelecek için de geçerli. Bizim çocukluğumuzdan beri bile ne kadar çok meslek şekil değiştirdi. Örneğin fotoğrafçılık, bizim çocukluğumuzdaki fotoğrafçılık mı?. Oxford üniversitesinin 702 meslek için yaptığı araştırmaya göre 20 yıl içinde bugün var olan mesleklerin %47’si ya şekil değiştirecek ya da yok olacak. (3) Dijitalleşmenin de etkisiyle her şey gibi meslekler de kabuk değiştiriyor ve bugünkü bilgimizle belki de çocuğumuzu gelecekte var olmayacak bir meslek için hazırlıyor olabiliriz.

Örneğin trend belirleme konusunda faaliyet gösteren şirketlerin gelecekte var olacağını öngördükleri birkaç meslek şöyle:
Dijital ölüm yöneticiliği: Ölen kişilerin sosyal medya hesaplarını yöneten, kişinin ölümden sonra da hatırlanmasına olanak veren meslek.
Dijital detoks uzmanı: Kişilerin dijital bağımlılıklarından kurtulmasında destek veren meslek
Şehir çiftçileri: Balkonlarda yetişen sebze, meyve konusunda danışmanlık veren kişiler
Etik teknoloji avukatları: Teknolojinin doğru şekilde kullanıldığını denetleyen meslek, kulağa hayal gibi geliyor, değil mi? Ama bütün yenilikler önce birer hayal değil miydi?

Bunlar da hali hazırdaki mesleklerden:
Medikal endeksleyici: Kişilerin hastalık geçmişlerini dosyalayan, bunlardan analizler yapıp olası hastalıklara önlem alan meslek.
Freelance BioHackerlık: Biyolojik bir oluşumun kapasitesini artırmak, bir problemini gidermek ya da performansını artırmak amacıyla, moleküler biyoloji ile genetik mühendisliği disiplinlerini bir arada kullanarak o oluşuma müdahale eden meslek.
Aslında söylemeye çalıştığım, yeni çağın ihtiyaçlarına göre yepyeni, hiç tahmin edemeyeceğimiz meslekler çıkıyor. Bu sebeple en doğrusu belli bir mesleğe yönlendirmeden, gencin öne çıkan becerilerini tespit edip bu özellikleri beslemek ve geliştirmek. Nasılsa bu becerilere uygun mesleği bulacaktır. Meslek seçiminde aileye düşen görevlerden bahsetmiştim. Ancak ailenin yeterli olmadığı durumlarda öğrencilerin yetenek haritalarını çıkarma konusunda profesyonel destek alabilirsiniz. Gençlere  meslek seçimi konusunda rehberlik ederken, ailelerle iş birliği içinde, öncelikle öğrencilerin beceri, ilgi ve yönelimlerini tespit ederek kendilerini tanımalarına, aile kariyer yapılarını  fark  etmelerine, yaratmak yada yaşamak  istedikleri dünyayı  tanımlamalarına  eşlik ediyorum. Sonra da bu alanlar doğrultusunda destekleyici eğitimler almaya teşvik ediyorum. Çünkü bir konuda ne kadar donanımlı olurlarsa, o kadar iyi şeyler ortaya koyabilirler. Bir şeyi iyi yapmak da hem mutluluğu hem başarıyı getirir.
Amaç diploma almak  değil beceri kazanmak  ve tabi ki bu becerileri etkin bir şekil de kullanmak

Referanslar:

http://www.p21.org/storage/documents/Critical%20Skills%20Survey%20Executive%20Summary.pdf
http://timss.meb.gov.tr/wp-content/uploads/TIMSS_2015_Ulusal_Rapor.pdf
https://www.oxfordmartin.ox.ac.uk/downloads/academic/The_Future_of_Employment.pdf

Kaynaklar:

http://www.newgenerationjobs.com/
https://www.fastcompany.com/3015652/8-new-jobs-people-will-have-in-2025

ÇELİK GİBİ SAĞLAM BİR ÖĞRETMEN NASIL OLUNUR?

0
[vc_custom_heading text=”ÇELİK GİBİ SAĞLAM BİR ÖĞRETMEN NASIL OLUNUR?” use_theme_fonts=”yes”]

Son zamanlarda sıkça duyduğumuz “resilience” yani psikolojik dayanıklılık sadece çocuk ve gençlerin sahip olması gereken bir beceri mi? Elbette değil. Bu gençlerle ilişki halinde olan, onların dayanıklı olmasını destekleyecek öğretmenlerin önce kendilerini güçlendirmeleri gerekmez mi?

Dayanıklılık, başına beklenmedik bir durum geldiğinde onunla baş edebilmeyi,  başarısızlıklardan yılmayıp tekrar yola devam etme gücü göstermeyi anlatan bir kelime. Rüzgarlarda savrulmamak, hayata karşı sağlam durmak demek yani.
Bir öğretmen gün içerisinde onlarca zorlayıcı durumla karşılaşabiliyor. Türlü özelliklerde öğrenciyle, meslektaşlarıyla, okul yönetimiyle ve veliyle iletişim halindeyken karşılaşmaması mümkün de değil gibi… Özellikle özel okullardaki rekabet ortamı ve yoğun çalışma saatleri mevcut stresin üzerine stres katıyor.  Özel hayatı da cabası.  Hele ki ekonomik belirsizlik rüzgarlarının estiği böyle bir dönemde özel hayatında kapı gibi sağlam olup, işine bunu yansıtmamak da ayrı bir beceri ister. Her şeyin hızla değiştiği bir çağda belirsizlikle baş edebilmeyi öğrenmek artık belki de herkesin edinmesi gereken bir beceri iken geleceğin yetişkinlerini emanet alan öğretmenler için bu beceri hayati bir öneme sahip.

Burada belirsizliğin hayatın ayrılmaz bir parçası olduğunu kabul etmek ilk adım olmalı. Böylece belirsizliği bir stres kaynağı olmaktan çıkarmak mümkün. Bu da ancak, her ne kadar zor görünse de, beklenmedik değişiklikleri ve muhtemel olumsuz durumları bir gelişim fırsatı olarak görmek dayanıklılığı arttıracaktır.  Aksi halde kişi kendini güçlendirecek tedbirler almazsa yorulup yıpranması, bezginlik ve çaresizlik hissetmesi, verimliliğinin düşmesi işten bile değil! Bir öğretmenin, bu durum kalıcı bir hal almadan, rüzgarı da yağmuru da yara almadan atlatabilmesi için kökleriyle toprağa daha sıkı tutunması, dimdik ve daha sağlam durması için ne yapması gerekir?

Aslında bu konuda yapılan araştırmalar, dayanıklılığı etkileyen faktörler arasında yaş, cinsiyet, çalışılan okul gibi faktörleri dikkate alsa da, olumsuz şartlarla mücadelede esas olarak kişiliğin etkili olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla öğretmenlerin önce işe kendilerinden başlamaları gerekiyor.

Kendinizi Tanıyın

Öğrencilerinizi tanımaya çalışıp her birine ihtiyacı olan ilgi ve öğretme şeklini sunarken, her gün aynada gördüğünüz yüzü es geçerseniz o da kolay yıpranır. Sorun bakalım o aynadaki kişinin değerleri nedir, neleri tercih eder, becerileri, kuvvetli yönleri neler. En önemlisi hedefi, amacı ne? İşte bu amaç, zor durumlarda size devam etme gücü verecektir. Bunun dışında görev ve sorumluklarınızı bilin, hak ve yetkileriniz hakkında bilgi sahibi olun. Bunları bilmek sizi olaylara karşı güçlü kılar. Öğretmen olarak görevlerinizin yazılı olduğu  yer neresidir? Siz daha önce görevlerinizi  okudunuz mu  yoksa kulaktan dolma olarak doğaçlama mı  öğrendiniz ? Bunları kendinize sormalısınız. Bu bilgilere ulaşabilmek sınırlarınızı  hareket alanınızı  belirlemek adına size güç katar.

Duygularınızı anlayın

Malzemesi insan olan bu öğretmenlik mesleğinde duygu yönetiminin büyük önemi olduğu konusunda hemfikir olacağımızdan eminim. Zira öğretmenlik farklı kişilerle( meslektaş, öğrenci, veli ) iletişimi dolayısıyla duygularını yönetiminde daha da usta olması  gerekiyor. Hem kendinizin hem de öğrencilerinizi duygularını anlamadan onları  yönetmek  ise mümkün değil. Şu anda ne hissediyorum, bu  duyguyu bende yaratan şey nedir, gibi soruları sormak  ve cevaplarını aramak  gerekiyor.

Duygular aslında hayatımızı şekillendirmedeki en önemli pusulamız. Aman dikkat, hedef üzgün, mutsuz, kızgın hissetmemek değil. Aksine olumlu olumsuz hiçbir duygunuzu halının altına süpürmemek.  Bu onu sonuna kadar yaşayın demek de değil.  Örneğin kızgınsanız, bağırın çağırın rahatlayın demiyorum. Bu kısa vadeli bir çözüm olur. Bir daha aynı şey yaşandığında yine sinirlenebilirsiniz. Önemli olan öfkeyi oluşturan durumu ortadan kaldırmak yada böyle bir durumla karşılaştığınızda ne yapacağınızı nasıl davranacağınızı önceden belirlemek ve duyguları yönetebilmek. Duygunuzu önce fark edin, tanımlayın ve kabul edin. Edin ki kaynağını bulup, sizi öfkelendiren şey için tedbir alabilesiniz. Duygularınızı  anlayıp yönetmek yerine onları bastırmayı ve yüzünüze bir gülücük kondurmayı seçerseniz biriken  duygular  sizi rahat bırakmayacak ve daha  sonra onarılmaz sonuçlara neden olacaktır.

Bakış açısı önemlidir

Olaylara nereden baktığınız önemlidir. Eğer olan biteni kişisel almamayı başarırsanız, bu sizi daha kuvvetli kılar. Örneğin sınıfta ders anlatıyorsunuz, öğrenciniz size bakıp gözlerini devirdi. Bu durumu size yapılmış bir saygısızlık olarak da görebilirsiniz, 12 yaşında bir öğrencinin olağan tavrı olarak da. İkincisi olarak görmeniz, hiç sinir harbi yapmadan dersi anlatmaya devam edebilmenizi sağlar. Öğrenen konumundan, öğreten konuma geçen bir öğretmen olarak öğrenen konumundaki bakış acısı aslında size hiç de yabancı değil. Sadece hatırlamaya çalışın, o ana geri dönün… Göreceksiniz o sıralarda oturan bir öğrenci olarak bakmanın nasıl olduğunu hatırlayacaksınız.

Birlikten Kuvvet doğar

Tek başına kapı gibi dayanıklı olmaya çalışmak yerine iş arkadaşlarınız, öğrencileriniz, velileriniz ve yöneticileriniz ile el ele vererek ilerlemek sizi daha dayanıklı kılar. Siz istediğiniz kadar öğrencilerinize bir beceri kazandırmayı çalışın evde bu beceri desteklenmezse yarı yolda kalabilirsiniz. Öğrencilerinize dersi öğretme tekniğinizi yönetim onaylamazsa bir adım öteye geçemeyebilirsiniz. İşte o yüzden henüz okullar yeni açılmışken tüm bu ilişkilerinizi yeşertmek ve güçlendirmek için görüşmelerinizi yapın, sene boyunca da iletişimde kalın. Ayrıca, unutmayın okullardaki rehberlik ve psikolojik danışmanlar sadece öğrenciler için değildir. Size de ihtiyacınız olan konularda rehber öğretmeninizden destek alabilirsiniz.

Anda kalın

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki insanların büyük bir kısmı şimdiki zamanda değil, geçmiş veya gelecekte yaşıyorlar. Gelecekte yaşayan %65’i “emekli olunca yapacağım”, “çocuklar evlenince yapacağım,” “param olunca yapacağım “ gibi cümlelerinden tanırsınız. Geçmişte yaşayan %30’u ise “bizim zamanımızda”, “ben küçükken,” “eskiden,” diye başlayan cümlelerinden tanırsınız. Geriye kalan sadece % 5 şimdide yaşıyor. Halbuki bizlerin ancak ve ancak anda kalarak geleceği değiştirmek için bir gücümüz var. Geçmişi değiştiremeyiz ama geçmişe olan bakış açımızda değişiklik yapabiliriz. Her gün bir önceki halinizden daha da iyi daha da yetkin oluyoruz. Anda kalmak demek nerede ne gibi bir gücünüz olduğunu bilmek ve bunu efektif kullanmak demek.

Ölü Ozanlar Derneği filmini izlemişsinizdir. Carpe Diem sözleri o filmi izleyen herkesin beynine kazındı sanki. Carpe Diem, yani anı yaşa. Bu geçmişi unut, geleceği önemseme demek değil tabi ki. Geçmişi ele aldınız, gelecek için yani bu okul yılı için hedeflerinizi belirlediniz. Programınız, planınız hazır. Derse girdiniz. İşler hayal ettiğiniz gibi gitmiyor. İşte o noktada “neler olduğunu yargılamadan anlamaya” çalışırsanız günlük kötü sürprizleri bertaraf eder, planınızı yakalarsınız. Ne sizin ne de bir başkasının da midesi ağrımaz. Kendinize bir yöntem belirleyin. Bu bir nefes tekniği olabilir, size anda kalmayı hatırlatacak bir motto olabilir. Sanki biri düğmenize basmış da bir an zamanı durdurmuşsunuz etkisi yapacak bir şey olmasına dikkat edin. Sizi sakinleştirecek, endişenizi silip süpürecek bir şey. Sonrası kendiliğinden gelecek zaten.

Kendinize iyi bakın

Kelimenin tam anlamıyla kendinize iyi bakın diyorum. Fiziksel olarak, zihinsel olarak sağlığınızı korumalısınız. Uykunuzu tam almalısınız. Uykusuz, yorgun, hasta, stresli biri ne kadar sağlıklı düşünebilir, ne kadar öğrenebilir, ne kadar öğretebilir. Dayanıklılıkta birinci kural bence bu… Önce ben demeyi öğrenin. Bencil olun demiyorum. Gaz maskesini önce kendinize takmaktan bahsediyorum. Tabii bir ister spor olsun, ister yoga ya da pilates gibi farklı disiplinler eğer düzenli olarak en azından birini yapmaya vakit ayırabilirseniz bu da sizi güçlendirecektir.  Sevdiğiniz bir şeyleri yapmak da sizi mutlu edecektir. ‘Bir kereden bir şey olmaz’ demeyin ve bir kerelik mutluluklar için kendinize fırsat tanıyın. İçinizde sizi dürten her ne ise bir kere için olsun tutun ve görün bakın neler oluyor.

Olumluya odaklanın

Çoğu zaman hepimizin düştüğü hatadır: neler yapabileceğimizden çok nelerin mümkün olmadığına odaklanırız. Biraz da beynin çalışma şekli bizi buna iter. Hani mutluluk hemen unutulur ama üzüntü yıllarca bizi takip eder ya (tabi izin verirsek)… İşte beyin de ters giden her şeyi tehdit olarak algılar ve onlara odaklanır. Çocuklara bile ne yapmayacaklarını söyleriz, öyle değil mi? Koşma, terleme, konuşma… Yani istemediklerimizi… Peki ya istediklerimiz? Doğal olarak sınıfta öğrencilerinizin dikkatle sizi dinlemesini istersiniz. Ama dikkatiniz hep sınıfın haylazındadır. Konuşmaması için onu uyarırsınız. Evet sınıfın düzenini bozuyor olabilir. Ama siz olumlu davranışına odaklanır, onu fark eder ve fark ettirirseniz sınıf içi olumsuz davranışların da azaldığını göreceksiniz.  Yeter ki gördüğünüz olumluya odaklanın ve onu daha da görünür hale getirin.

Tutku Önemlidir

Şarkıda dediği gibi “ne yaparsan yap, aşk ile yap”. Zira isteksiz, elinin ucuyla yapılan şeyin sonucu ne kadar iyi olabilir ki? Sonuçtan siz memnun değilseniz kimse değildir. Halbuki coşkuyla yaptığınız, sonucundan memnun kaldığınız bir şey sizi daha iyisi için motive edecektir. Her işe aynı şevkle yaklaşamayabilirsiniz tabii ama hedef hep elinizden gelenin en iyisini yapmak olsun. Böylece hem size ilham olur hem başkalarına.

Uluslararası Koçluk Federeasyonu’nun yönetim kurulana aday olurken yaptığım konuşmada “herkes çorbada tuzum olsun der, ben çorbaya tutkumu katmak istiyorum,” demiştim.  Tutku sizi ayakta tutan ve işinizde ya da her ne yapıyorsanız yaptığınız şeyde sizi daha da ileriye götürecek olan şeydir. O tutkuyu yakalamak için öğrencilerinizin gözlerinin içine bakın yeter.

Öğrenmeye Devam Edin

İnsana yaşamak için bir sebep veren en önemli duygulardan biri de merak. Meraklı insan, her duruma ben ne öğrenebilirim diye bakar, gözünü kulağını daima açık tutar. Yeni şeyleri denemekten kaçmaz. Kendini daha donanımlı hale getirir. Bilmek insanı güçlü kılar.   Öğrenmekten vazgeçmeyin ama öğrendiklerinizi de paylaşın. Öğrencileriniz ya da değil, söyleyeceklerinizden ilham alacak olan birileri vardır. Söyleyecekleriniz belki de onlara ışık olacak.

Bir eğitim koçu olarak ben de hiçbir öğrenme fırsatını kaçırmıyorum. Son dönemlerde girdiğim sınavlardan birinde sorular gerçekten çok güzeldi ve öğreticiydi pek çok  sloruyu  anlamlı olduğu  için hatırlıyorum. Mesela “saniyenin onda biri” diye bir kural varmış onu hiç duydunuz mu bilmiyorum amam atletizm yarışmalarında start alırken geçerli bir kuralmış. Sınavlar bile sadece bir ölçme aracı değil aynı zamanda da bir öğrenme aracı.

Yaratıcılık ve Oyun

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki yetişkinlerin hayattan sıkılmasının en önemli nedenlerinden biri oyun oynamayı bırakmış olmaları… Bir ergenin büyüme merakı içinde oyun oynamayı bırakması doğal olabilir ama bir yetişkin olarak bizler artık biliyoruz.  Ve bilen olarak sorumluluğumuz “yapmak.”

Bu gözle bakıp kendinize bir sorun: En son ne zaman oyun oynadınız? Dersi oyun gibi işlemekten bahsetmiyorum, onu da yapın tabii de bizzat sizin kendinizin oyun oynamasından bahsediyorum. Oyun, sadece çocuklar için değil, büyükler için de can damarı aslında.  Aman ekran oyunlarını kastettiğimi sanmayın, zira onların bazıları daha da strese sokuyor.

Hayata renk katan, keyif katan ve yaratıcılığı besleyen oyunlardan bahsediyorum. Tüm bunlar insanı iyi hissettiren, ruhunu besleyen ve psikolojisini kuvvetlendiren şeyler. Düşünsenize bir, zaman kısıtınız var, zil çalmadan bir şeyleri bitirmeye çalışıyorsunuz. Tam o sırada bir öğrenciniz kitabını düşürdü. Modunuz iyiyken bu duruma nasıl tepki verirsiniz, modunuz kötüyken nasıl? O yüzden size iyi gelen şeylerle, ruhunuzu besleyin. Besleyin ki, aç kalıp bir yerlere saldırmasın.  Kısaca her zaman, her şartta hayatın keyifli yanlarına bakıp hayata oyun katın.

Değişime Açık Olun

Geçen yıl biliyorsunuz birdenbire adı TEOG olan sınav kalkıverdi. Yeni sistem epey bir süre belirsizliğini korudu. Bu süre zarfında birçok öğrenci ve veli panik yaptılar. Peki kim başarılı oldu? Sakince yeni durumu analiz eden ve bu yeni duruma göre aksiyon alabilenler. Yani “dayanıklı” olanlar. Eğitim sistemimizde ya da okul içerisinde her an değişiklikler olabilir, oluyor da. Bunlar olduğunda şikayet etmek, geçmişe takılı kalmak, ahlanıp vahlanmak kesinlikle çözüm değil. Sakinliğinizi koruyun ve yeni durumu anlayın. Belki de daha iyi olacak.

Güzel Şeyleri Fark Edin

Hep kötü şeyler olmuyor aslında, sene içinde birçok başarıya, güzel ana, içinizi ısıtan olaylara da şahitlik ediyoruz.  Ama araştırmalar göstermiş ki, insan doğası daha çok kötüyü hatırlama eğiliminde. Siz öyle yapmayın. İyi gördüğünüz her şeyi parlatın. Parlatın, kutlayın, şükredin ki çoğalsın. Nasıl bir kitapta önemli şeylerin altını çizersiniz ve sonra o sayfaya bakınca ilk göze bu altı çizili satırlar çarpar siz de güzel şeylerin altını çizerseniz, akılda kalanlar onlar olur. Kim güzel şeyler yaşadığı bir yere koşa koşa gitmez ki?

Öğretmen olarak daha üretken olmanın yolu daha dayanıklı olmaktan geçiyor. Aslında hayatta hangi rolü üstlenirseniz üstlenin -bu öğretmen olur eş olur, kardeş olur, anne olur, evlat olur- önce insan olarak “dayanıklı” olmak önemli. Siz yoksanız ve hayatı kutlamıyorsanız diğer olduklarımızın hiç bir önemi kalmıyor.

Kaynaklar
https://www.cultofpedagogy.com/resilience/
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/84797
http://blogs.edweek.org/teachers/coaching_teachers/2017/08/12_ways_to_boost_resilience_in.html

Bir Öğrenci Koçuyla Çalışma Hakkındaki Dört Yanılgı

0

Öğrenci koçluğunu ilk defa duymuş, şüpheci olabilirsiniz. Gerçekten işe yarıyor mu? Nasıl bir çalışma sistemidir? Bir öğrenci koçu tam olarak ne yapar? Bunlar kafanızdaki sorulardan sadece birkaçı olabilir. Ayrıca, Öğrenci koçluğu hakkında varsayımlarınızda olabilir.

Öğrenci Koçluğu ve Akademik Koçluk Programı ile ilgili ilk dört yanılgı:

Yanılgı #1:

Bir öğrenci Koçu ile çalışmak bende bir soru olduğu anlamına gelir.

Öğrenci koçluğu, size öğrencilerin, gençlerin yararına olan beceriler ve araçlar sağlamak için tasarlanmıştır. Profesyonel sporculardan şirket yöneticilerine kadar en iyi performans gösterenler pek çok kişi koçlarla birlikte çalışır. Gerçekten Akademik olarak en iyi performans sergilemek istiyorsanız, oraya gitmenize destek olacak dışardan bir bakış açısına sahip olmanız gerekir ve koçluk- ister spor ister yöneticilik ister öğrenci koçluğu olsun- insanların istedikleri yere ulaşmalarına destek olmak için tasarlanmıştır.   Kelimenin tam anlamıyla, bir öğrenci koçu gitmek istediğiniz yere ulaşmanıza destek olur.

Öğrenci koçluk danışmanlık değildir. Daha derin bir sorunu teşhis etmeye çalışırken en derin korkularınızı veya duygularınızı paylaşmakla ilgili değildir. Öğrenci koçluğu, hayatınızda daha olumlu, sürdürülebilir eylem yaratmanıza destek olmaya odaklanır.

Yanılgı #2:

Öğrenci Koçluğu Zaten Fazla Olan Yükümü Çok Daha Fazla Yapacak.

Tüm “koçluk eylemleriniz” sahip olduğunuz veya doğrudan yaşamınıza entegre ettiğiniz akademik çalışmalara odaklanır. Çoğu öğrencinin yoğun programları vardır ve bu program yeni kavramlar öğrenmenizi gerektirir. Ancak, bu programın işi bir düzine ek kitap okumak ve daha fazla soru çözmek değildir. Öğrenci Koçluğu programı daha başarılı olmanız için size yeni ve alternatif yollar sunacak, düşünülmeyeni düşünmenizi sağlayacaktır. Tüm bunlar bir anda değil zaman içinde e sizin hızınızda gerçekleşir.

Yanılgı #3:

Öğrenci Koçu Ailemin Casusu Olacak ve Sadece Ailemin Yapmamı İstediği Şeyi Yapmamı Sağlayacak.

Öğrenci Koçunuz ailenizle iletişiminize yardımcı olur. Öğrenci koçunuz siz ile ilgili bilgileri asla kimse ile paylaşmaz. Gizli tutmayı istediğiniz her şeye saygı gösterir. İyi bir öğrenci koçu size ne yapacağınızı söylemez. Öğrenci Koçluğunun büyüsü, öğrenci ve koçun her görüşmeden sonra eylem adımlarını birlikte tasarlamasıdır. Sahip olduklarınızı nasıl kullanacağınızı siz belirlersiniz.

Profesyonel Koçluk mesleki etik kuralarında da ana hatlarıyla belirtildiği gibi, gizlilik, koç/öğrenci ilişkisinin en temel parçasıdır. Ebeveynlerinizin bilmesini istemediğiniz bir şey varsa, Öğrenci koçunuz yad akademik koçunuz, size veya başkalarına zarar verebilecek bir şey hakkında bilgi olduğu ender durumlar dışında, bunu onlarla paylaşmayacaktır.

Eğitim ve Öğrenci Koçları, gitmek istediğiniz yere ulaşmanıza yardımcı olmak ve ebeveynlerinizin sizi en iyi şekilde destekleyebileceklerini anlamalarına destek olmak için eğitilmiştir. Siz ve ebeveynleriniz huzurlu ve güçlü bir iletişim kurmanın yollarından daha fazlasını elde edersiniz.

Yanılgı #4:

Başkaları Bir Koçum Olduğunu Bilecek.

Öğrenci Koçunuz, size koçluk yatığını gizli tutmakla yükümlüdür. Kimseye size koçluk yaptığını söyleyemez. Çoğu genç, başkalarının bir öğrenci koçuyla çalıştıklarını bilmelerini umursamaz.  Siz umursuyorsanız koçunuz buna saygı gösterecektir. Sertifikalı Eğitim ve Öğrenci Koçları, koç/öğrenci ilişkisinin gizliliğini anlar ve bunu başkalarıyla paylaşmaz ve koçluk ilişkisinde paylaşılan her bilgiyi gizli tutar. Ancak siz bir öğrenci koçuyla çalıştığınızı ve öğrendiklerinizi istediğiniz kişiyle paylaşmakta özgürsünüz.

Bir eğitim ve öğrenci koçuyla çalışmak, zamanınıza, enerjinize ve kaynaklarınıza yapabileceğiniz en iyi yatırımlardan biridir. Koçluk hakkında bilgi edinmenin en iyi yolu, onu deneyimlemektir.

OKUL HAYATINDA SON DAKİKACILAR- ERTELEME

0
[vc_custom_heading text=”OKUL HAYATINDA SON DAKİKACILAR” use_theme_fonts=”yes”]

Ödevlerde, projelerde, bir sınava hazırlanırken yumurta kapıya dayanmadan, çalışmaya başlayamıyorsanız, yalnız değilsiniz. Bilimsel adıyla “akademik erteme” sıklıkla rastlanan bir durum.  Daha önceden yazdığım “Neyse canım, sonra yaparım”ve ”Ertele-me” başlıklı yazılarımda, ertelemenin çeşitlerinden, sebeplerinden ve nasıl yönetileceğinden bahsetmiştim. Bu kez, okul hayatındaki ertelemelere biraz daha detaylı değinelim istiyorum. Akademik ertelemeyi, Tim Urban’ın “Usta Bir Ertelemecinin Beyninin İçi” başlıklı Ted konuşması esprili bir dille çok iyi anlatıyor.

Diyor ki, işini zamanında yapanların beyninde bir adet “mantıklı düşünme merkezi” bulunur. Erteleyicilerde ise mantıklı düşünme merkezinin yanı sıra bir de “anlık haz maymunu” kısmı vardır. Bu haz maymunu kontrolü ele geçirdiğinde, eğlenmekten ve keyif verici şeyler yapmaktan sorumluluklarını yapmayı erteler. Bu sebeple de üçüncü bir kısım ortaya çıkıverir: “Panik canavarı”! Ve o peşinizden koştururken, siz bir şekilde görevinizi tamamlar ve teslim edersiniz.

bir şeyler yapmaya çalışırlar.  Halbuki tembel bir kişi, verilen görevlere karşı hiç bir sorumluluk hissetmez ve kolayca yapmaktan vazgeçebilirler.
2014 yılında ülkemizde 2 farklı üniversitede 330 öğrenci ile yapılan bir araştırma (1) akademik erteleme davranışının etkenlerinin önde gelenlerinin sorumluluk duygusu, başarıya yönelik beklentiler ve akademik özyeterlik inançları olduğunu ortaya koymuş. Farklı araştırmalar ise   akademik erteleme davranışının;
Akademik erteleme eğilimi olan gençlere “tembel” deyip çıkmak belki işin en kolayı. Halbuki “erteleyiciler” ertelenen görevler için huzursuzluk duyar ve son dakika yetiştirme çabası içerisinde olurlar.

Son dakika paniği

  • etkili olmayan öğrenme stratejileri,
  • önceki sınavlardan düşük not alınmış olması
  • derse ilgi duymama
  • ödev yapmada zorlanma,
  • planlı çalışma alışkanlığını kazanmamış olma
  • başarısızlık korkusu ya da kaygısı
  • öğretmenle yaşanan çatışmalar,
  • depresyon,
  • rasyonel olmayan düşünme,
  • düşük benlik saygısı
  • düşük öz yeterlilik,
  • düşük öz kontrol
  • doyumu erteleyememe

gibi başlıklarla ilişkili olduğunu gösteriyor.

Akademik Erteleme

Bir genç sıklıkla akademik erteleme eğilimindeyse, en doğru adım, bunun yukarıdaki başlıklardan hangisi sebebiyle kaynaklandığını bulmaktır. Sebep bulunduktan sonra, bu durumun nasıl yönetileceğini bulmak çok daha kolay olacaktır. Yukarıda bahsettiğim “Usta Bir Ertelemecinin Beyninin İçi” başlıklı Ted konuşmasında çok can alıcı bir diğer nokta da şu: eğer kişi teslim tarihi olan bir işi erteliyorsa, pek bir sıkıntı olmuyor. Zirateslim tarihi yaklaşıp,  panik canavarı ortaya çıkınca ertelemeci mükemmel olmasa da mutlaka yalap şap bir şeyler ortaya koyuyor.
Ancak tarih sınırlaması olmayan ya da mecburiyet gerektirmeyen işlerde -örneğin kişi kitap yazmak istiyorsa, kendisi için bir fizibilite raporu hazırlayacaksa- panik canavarı ortaya çıkmadığı ve ertemeciyi tabiri cazise dürtmediği için kişi hiç harekete geçmiyor. Erteledikçe erteliyor. O kitap hiç yazılmıyor, o rapor hiç hazırlanmıyor.Bir şey dikkatinizi çekti mi? Zaman sınırı ya da mecburiyetler aslında bir itekleyici olarak görev yapıyor.

Eğitim koçluğu yaklaşımında da sıkça kullandığımız şekilde akademik erteleme davranışını en etkili yönetme yöntemi böyle “itekleyiciler” bulmak, yani motivasyonu canlı tutmak. Elbette “zaman sınırı” bir itekleyici olabilir Ama ben daha pozitif motivasyon kaynaklarından bahsediyorum. Bu bir aferin de olabilir, başarının verdiği haz da, ya da daha maddi bir ödül de. Bir öğretmen arkadaşım, sınıf projelerinin sunumundan sonra hep birlikte bowling oynamaya götürmüştü. Bir diğer arkadaşım Osmanlı tarihini, padişah ve sultan kıyafetleri içerisindeki öğrencilere anlattırmıştı. İkisi de tüm sınıfın heyecanla ve şevkle hazırlandığını anlatmıştı.

Herkesin, her durumun motivasyon kaynağı farklı olacaktır.  Kısacası, siz gençlere o adımı atmaları için bir “neden” verirseniz, sorumluluklarını en iyi şekilde ve vaktinden bile önce yapacaklarına hiç kuşkunuz olmasın.
Akademik açıdan bir erteleyici misiniz, ya da ne kadar erteleme eğiliminiz var değerlendirmek isterseniz bu testi  yapabilirsiniz.Verdiğiniz cevapların puanlarının toplamı yükseldikçe, akademik erteleme eğiliminiz de o kadar artıyor demektir.

Kaynak:

Görsel: http://blog.tutorvista.com/2015/08/effective-strategies-to-overcome-academic-procrastination/

 

En Çok Okunan Makaleler

Koçluk İle İlgili Makaleler

Öğrenci Koçluğu ve Yaşam Koçluğu arasında nasıl bir fark vardır?

0
ICF; koçluğu, ‘Öğrencilerin, kişisel ve profesyonel potansiyellerini en üst düzeye çıkarmak için yaratıcı bir süreç ortak olarak tanımlar.’ Öğrenci Koçluğu, yaşam koçluğu ve öğrenci koçluğun...