Blog

Ana Sayfa Blog Sayfa 2

İMECE geri döndü…Ben + Sen = Biz

0
[vc_custom_heading text=”İMECE geri döndü…Ben + Sen = Biz” use_theme_fonts=”yes”]

Uluslararası Koçluk Eğitim Organizasyonları Derneği ACTO’nun her yıl düzenlediği konferanstaydım. Bu  yıl Amerika Virginia’da gerçekleşti konferans ve gelecek yıl British Columbia da gerçekleşecek. Bu yılın ana teması“Köklerimizden daha ötesine: Köklerimizi onurlandırmak, geleceğimizi geliştirmek”ti. Konferasnın İmece ile nasıl bir ilgisi var diyebilirsiniz.

Konferansın ana temasına uygun olarak gerçekleşen sunumlardan biri de : “Biz zekası” idi. Sunumda birlik olmanın, biz olmanın gücünden bahsediliyordu. Aslında bizim kültürümüze, köklerimize  hiç de yabancı  bir kavram değil.

Eğitimciler, daha iyi bir gelecek yaratmanın yolunun zaten köklerimizde olan “biz olma” anlayışında yattığını söylüyor. Yani daha önce bireyselliği öne çıkaran, “ben” diye bağıran dünya şimdi “biz”in gücünü keşfetmiş gibi görünüyor. Şimdi aklınıza: “E şimdiye kadar ‘bireysellik’ diyerek yanlış mı yapıldı? ‘Ben’ demeyi öğrenen çocuklarımıza yanlış mı yaptık?” gibi bir soru  gelebilir. Merak etmeyin, yanlış olan bir şey yok her ne yaptıksa bildiğimizin en iyisini yamaya çalıştık. Nasıl “birey” olmadan “toplum” olmaz bu da aynı  “ben” olmadan “biz” olmaz.

Hem eğitimde hem de dünyada, her alanda “biz” olmak neden bu kadar önem kazandı? Çünkü araştırmalar gösterdi ki, birlikte hareket etmek, rekabetten (birine karşı hareketten ) daha ileriye taşıyor bizi. Kişilerin ya da kurumların aynı konuda bireysel çaba göstermesindense, bir araya gelip herkesin bir ucundan tutup destek vermesinin hem zamandan hem de maliyetlerden kazandırdığı anlaşıldı. Aslında bu bizim İMECE dediğimiz şey değil de nedir dersiniz? Günümüz insanı sadece kendini değil herkese düşünür oldu ve bir konuya bir yerden değil birçok yerden bakabilir oldu.  Başka bir deyişle farklılıklar zenginlik  halini aldı. Paylaşmak önemli bir beceri oldu ve biliyorsunuzdur, bu “biz olmanın gücü” anlayışının yansıması olarak çok bilinen kurumlar, markalar kendi teknolojilerini herkesin kullanımına açıyorlar: “Biz yaptık, siz vakit kaybetmeyin alın bunun üstüne koyun” diyorlar.

Örneğin Tesla’nın 2014 yılında başlattığı patentleri herkesin kullanımına açma dalgasının son örneğini NASA gerçekleştirdi. NASA önceden patentini aldığı 56 teknolojisini ücretsiz olarak sınırsız ticari kullanım için kamuya açtı. Böylece hem havacılık, hem de havacılık dışı sektörler bu teknolojileri yeniden keşfetme zahmetine ve maliyetine girmeden kullanıp bir adım öteye taşıyabilecekler.
Şirketlerin son dönemdeki yapılanmalarına baktığımızda bir de çeşitliliğin önemi ile karşılıyoruz.

Çeşitlilik

Çeşitlilik nedir? Farklı profillerde insanların bir araya gelerek oluşturdukları grup diyebiliriz. Yani farklı dil, din, ırk, cinsiyet, yaş, etnik köken, eğitim ve sosyo-ekonomik grupların bir araya gelerek oluşturduğu grup. Peki ama bu çeşitlilik çok sesliliği getirmez mi? İşler daha da karışmaz mı? Aslında tam tersi, çok seslilik beraberinde yeni, yenilikçi fikirleri getiriyor. Her kültür, her cinsiyet, her yaş, her din, her eğitim düzeyi kendi bakış açısıyla farklı bir pencere açıyor. Artık şirketler çeşitlilik uygulamaları ile bu çok sesliliği yani çeşitliği hedefliyorlar. Bu uygulamaları ile farklı grupların bir araya gelerek, herkesin kendi bakış açısını ortaya koyduğu, farklı bireylerin farklı bakış açılarıyla “biz” olmaya önem veriyorlar. 2015 yılında McKinsey’şn hazırladığı bir rapora göre bu çeşitliliği sağlamış şirketlerin finansal başarıları diğer şirketlere göre %35 daha iyi, bu şirketlerin daha yenilikçi oldukları da ortaya koyulmuş.

İyi güzel de şirketlerdeki çeşitliliğin eğitimle ve çocuklarımızla ne ilgisi var diyebilirsiniz. Geleceğe hazırlanmak ve geleceği etkilemek ve yaratmak istiyorsanız bugünün gençlerine hizmet etmek gerekiyor bu  konuda. Çocuklarımız o şirketlerde çalışacak geleceğin yetişkinleri olarak henüz okul sıralarındayken çeşitliliği kucaklamayı, biz olmayı öğrendiği takdirde iş hayatında elde edebilecekleri başarı ve mutluluğu hayal bile edemiyorum. Tek başına yapmaktan birlikte yapmaya giden bir yol…

Gürcistan Tiflis Devlet Üniversitesinin 2015 yılında Gürcistan, Finlandiya ve Belarus’taki öğrencilerle yaptığı bir araştırma “Biz” anlayışını benimseyen eğitimin de eleştirel düşünme, yenilikçilik ve aktif vatandaşlık, zor ve tabu konuların ele alınması gibi konularda müthiş bir iyileşme oluşturduğunu ortaya koyuyor.

Hal böyleyken, biz eğitimcilere ve koçlara düşen ise çocuklarımızı bu dünyaya hazır hale getirmek.
Aslında belirttiğim gibi “biz” olmak bize hiç yabancı değil. Okul öncesinde de, ailede de daima elimizdekini paylaşmayı, yardımlaşmayı, birlikte hareket etmeyi öğrendik. Parkta kovasını diğer çocukla paylaşmak istemediğinde: “Aaa kardeş kardeş oynayın” diye uyardık. Koca çikolatayı tek başına yerken: “arkadaşının da canı çekmiştir,” diye paylaşmaya yönlendirdik. Ama sonra yaşı büyüdükçe, “artık tek başınasın” deyiverdik. Onu bireysel yetkinliklerine göre değerlendirdik. İyi bir gelecek istiyorsan şu kadar not almalısın, şu sınavları geçmelisin, dedik.

Şimdi mevcut sistemimizde, sınavlarla, testlerle rekabeti öğrettiğimiz çocuklarımıza, aslında zaten bildikleri takım olmanın gücünü tekrar hatırlatmanın zamanı. Peki nasıl?

İmece ve takım olmak

  • Takım projelerinin sayısını artırın
  • Takımlarda aynı özelliktekileri değil, farklı özelliktekileri bir araya getirin. Bu farklı özelliklerin, farklı ilgi alanlarının projeyi geliştirmedeki faydalarını bizzat deneyimlemesi için fırsat yaratın.
  • Öğrencilerin başarısını değerlendirdiğiniz parametreleri değiştirin

Eğitimciler ve koçlar olarak yapmamız gereken öğrencilerimizin çoklu ve çok boyutlu bilgi kaynaklarının farkına varmalarını sağlamak en önemli önceliğimiz olmalı. Yani herkesin farklı bir bilgi kaynağı, farklı bir bakış açısı olduğunu onlara göstermeliyiz. Her farklı bakış açısının yenilikçi bir şekilde birleştirilmesin de daha iyi çözümler ve yepyeni bir bilgiyi ortaya koyacağını anlamalarını sağlamalıyız.

Artık zekanın ve bireyselliğin ötesinde bir dünya oluşuyor. Paylaşım ve katılım vazgeçilmez konumda… Sosyal, ekolojik, ekonomik, hangi açıdan olursa olsun, “Ben”den “Biz”e geçiş büyük farklılıklar yaratıyor. Aslında bunun için bizim çok güzel bir sözümüz var: “Bir elin nesi var? İki elin sesi var!” Yani çözümler birlikte daha yenilikçi bir şekilde üretiliyor. Herkes birbirini dinliyor, anlıyor, tanıyor.

Her bir birey önce kendi oluyor, sonra farklı bakış açıları ile zenginleşiyor, el ele verip biz oluyor. Biz eğitimcilerin yapması gereken de öğrencilerimizi bu trene erkenden bindirmek için elimizden geleni yapmak.
Bir arkadaşımın yıllar önce söylediği şey “biz” zekasını  oldukça destekliyor: “Benim bir bilgim var senin de bir bilgin var, bilgilerimizi paylaşırsak ikimizde de iki bilgi var.” Zorlukları  aşmak için artık iki kat bilgiye sahibim ve bu  artık eskisinden daha kolay.

Kaynaklar

  1. https://hbr.org/2016/11/why-diverse-teams-are-smarter
  2. https://www.vistage.com/research-center/leadership/innovation/from-iq-to-eq-to-we-q-are-your-teams-prepared-to-innovate/
  3. https://www.huffingtonpost.com/entry/intelligent-collaboration-is-the-key-to-finding-the_us_5878f894e4b094e1aa9dc59f
  4. https://blogs.helsinki.fi/highedunbounded/73-2/

İyileştirici Dostlarımız Evcil Hayvanlar

0
[vc_custom_heading text=”İYİLEŞTİRİCİ DOSTLARIMIZ… Evcil Hayvanlar” use_theme_fonts=”yes”]

Eğer DEHB’li iseniz ve bir evcil hayvan almayı düşünüyorsanız, size bunun iyi bir fikir olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü evcil hayvanlar koşulsuz sevginin ve dostluğun en güzel örneklerindendir! İyileştirici dostlarımız la hayat kesinlikle daha keyifli.

Sadece sevgi ve dostluk konusunda değil, sorumluluk ve empati hakkında da bize çok şey öğretiyorlar. Bu becerilerin eksikliğiyle mücadele eden DEHB’li ergenler için de çok şey ifade edebilirler.

Bilimsel araştırmalar kesin olarak iyileştirici olduğunu söylemese de, bazı bilimsel araştırmalar  evcil hayvanların iyileşmede pozitif etkisi olabileceğini belirtiyor.
Bir terapi köpeğinin katılımıyla gerçekleştirilen bir araştırmada, DEHB’li bireylerin terapi sürecini daha verimli geçirdiklerini ortaya koymuştur. Terapi köpeğinin çocuğu sakinleştirdiği ve stresini azalttığı görülmüştür.

Ancak sadece terapi köpekleri değil, sahiplendiğiniz  evinize sizinle yaşayan bir evcil hayvanın da  sizin iyi hissetmenizde sizin ve çocuklarınızın  duygusal gelişimlerinde faydası çok fazla olacaktır.

 

Nasıl mı?

  • Bir evcil hayvana bakmak, zaman yönetimi becerisini geliştirir. Çünkü yemeğini vermek ve dolaştırmak için zaman planlaması yapmak gerekir.
  • Köpekle yürümek ve oynamak fazla enerjiyi atma konusunda yardımcı olur.
  • Evcil hayvanlar, koşulsuz sevgi verir ve dostluk sağlarlar.
  • Bir hayvana sarılmak ve dokunmak, stres ve kaygıyı azaltır.
  • Sosyalleşmeyi kolaylaştırırlar. Dikkat çekerek konuşma başlatmaya yardımcı olurlar.
  • Evcil bir hayvana bakmak, çocukların empati duygularını geliştirme konusunda yardımcı olur.

Ancak bu sürece kendinizi ve çocuğunuzu hazırlamak çok önemli. Kendinizi ve ailenizi hazır hissettiğinizde  ve bundan emin  olduğunuzda bir evcil hayvanı  sahiplenmemek için artık hiç bir engeliniz kalmıyor.

 Satın almayalım, sahiplenelim..

Türkiye’de binlerce hayvan bakıma muhtaç. Satın alınıp sokağa bırakılıyorlar ve sokaklarda şiddet görüyorlar. Şiddet uygulayanlar ise sadece kabahat kanunu çerçevesinde yargılanıp serbest kalıyorlar. Bunun önüne geçmek için farkındalık yaratmak bizim elimizde. Lütfen sessiz kalmayalım..


Hem çocuklarının gelişimine fayda hem de dostlarımızın sıcak bir yuva kazanması  için bir fayda yani tam bir kazan kazan ilişkisi

 Satın almayalım, sahiplenelim..

Kaynak:

https://www.understood.org/en/learning-attention-issues/child-learning-disabilities/add-adhd/faqs-about-pets-for-kids-with-adhd

Ekran paylaşımından gerçek paylaşımlara… Yalnızım Dostlar, Yalnızım Yalnız…

0
[vc_custom_heading text=”EKRAN PAYLAŞIMINDAN GERÇEK PAYLAŞIMLARA… Yalnızım Dostlar, Yalnızım Yalnız…” use_theme_fonts=”yes”]

EKRAN PAYLAŞIMINDAN GERÇEK PAYLAŞIMLARA…

Yalnızım Dostlar, Yalnızım Yalnız…

Ne zaman gençlerin olduğu bir ortama girsem kendimi daha enerjik, daha genç hissederim. Gençlerin olduğu ortamlarda hareket vardır, neşe vardır, dostluk vardır… Yalnızlık yoktur. Yalnızlık emekliye ayrılmış yaşlılara has gibi gelir bizlere…

Oysa son araştırmalar bunun tam tersini gösteriyor. (1)Bu araştırma sonuçlarına göre gençler zamanlarını yaşlılara göre 3 kat daha fazla yalnız geçiriyorlar. Bu ne demek? Vakit geçirebilecekleri ya da vakit geçirmek istedikleri arkadaşları yok… Çünkü arkadaş edinmek, yeni arkadaşlıklar kurmak ergenler için daha zor. Ergenler sosyal medyada daha çok vakit geçirip gerçek sosyalleşmenin ne demek olduğunu unutuyorlar ya da öğrenemiyorlar. Sonuç olarak sosyal medya üzerinden kurdukları arkadaşlıklar, yani resimlere ve mesajlara dayalı arkadaşlıklar, zamanla yüz yüze gerçek arkadaşlıkların yerini alıyor. Her 10 ergenden 1’i gerçek hayatta hiç arkadaşı olmadığını belirtiyor. 10 ergenden 1’i… Her 8 ergenden 1’i de hiç yakın arkadaşı olmadığını söylüyor. Yani her şeyini paylaşacağı, dertleşeceği, kendini yanında iyi ve rahat hissedeceği bir arkadaşı olmayan gençler… 8 ergenden 1’i…

Yine araştırmalar hangi yaşta olursa olsun %18 oranında kendini çoğu zaman ya da her zaman yalnız hisseden bir kesimin olduğunu ortaya koymuş. Ama asıl üzücü olan 16-24 yaş arasındaki gençlerde kendini yalnız hissedenlerin oranı %32. O cıvıl cıvıl, enerjik olmamız beklenen dönemde kendini yalnız hisseden gençler… Her 3 gençten 1’i… Oysa 65 yaş üstünde kendini yalnız hissettiğini söyleyenlerin oranı sadece %11.

Aslında kişiyi yaralayan “yalnızlık” değil, “yalnız hissetmek”! Andrey Tarkovsky’nin dediği gibi kendimizle vakit geçirmekten keyif almayı öğrenebilsek, hatta çocuklarımızı da bu anlayışla yetiştirsek belki sorun kökünden çözülecek. Yine de madem “yalnız hissetmek” diye bir durum var, bu durumu masaya yatıralım. Yalnız hissetmek aslında her yaşta karşılaşabileceğimiz bir sorun ama gelin birlikte neden gençler arasında bu kadar yaygın olduğuna bir göz atalım:

Hayatımızda yaşadığımız değişiklikler yalnız hissetmemesi sebep olabilir. Gençler açısından baktığımızda ise… Hayat ne çok değişiklikle dolu öyle değil mi? Çocukluktan ergenliğe geçiş, ergenlikte yetişkinliğe geçiş, sınavlar, yeni okullar, yeni arkadaşlar, yeni öğretmenler… Bunlar sadece hayat doğal akışı içinde karşılaşılan değişiklikler. Bir de gencin kendine özel yaşadığı değişiklikler olabilir: şehir ya da ülke değişikliği, aileden birinin kaybı, yeni bir kardeş, arkadaşından uzaklaşma, gibi gibi…

 

Kendini tanımaya, kabul etmeye çalıştığı bir dönem ve elbette onu bakış açısıyla başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiş misali bir hayat… Tam da kendini ait hissetme duygusuna en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde…
Hayatın bir döneminden diğer dönemine geçiş aslında kimliğinizde bir değişim demek. İşte bu büyük değişimler benlik algımızı da zorlayabiliyor. Genç bir değişimin içindeyken, kendisi gibi değişim içinde olan akranlarıyla ilişki kurmak, paylaşmak, kendini tanıtmak gibi sürecin içinde buluyor kendini. Gel de bağlan! Gençler gibi konuştum di mi? Ama onların da hissettiği tam da bu aslında…

Hatta bazı uzmanlar erkek ergenler için yalnızlık çanlarının daha çok çaldığını düşünüyorlar (2). Neden mi? Çünkü erkekler kızlara oranlar daha az konuşur, daha az paylaşır. Aslında daha kırılgan bir hal içinde olmalarına rağmen, bunu görmezler, görmezden gelirler ve bir de bakmışsınız akademik olarak başarılı, etrafı arkadaşlarla çevrili diye düşündüğünüz 14-15 yaşındaki oğlunuzun aslında hiç gerçek ya da yakın arkadaşı yok.

Peki ama kendisi gibi hissedenlerle çevriliyken bir ergen nasıl olacak da bu yalnızlık hissinden kurtulabilecek? İşte burada biz yetişkinlere çok iş düşüyor. Her ne kadar nesiller arası farkları sorun olarak görsek de, nesiller arası sağlam ilişkiler burada asıl anahtarımız. Yaşlı ve genç nesil arası ilişki her iki tarafın da yalnızlık duygusunun üstesinden gelmesi için doğru bir çözüm. Her ne kadar gençler biz yetişkinlere burun kıvırıyor gibi görünse de aslında özellikle annelerinin yönlendirmelerine ihtiyaç duyuyorlar. Sizi yanından uzaklaştırıyor gibi görünse de siz uzaklaşmayın. Hep oracıkta, yanı başında olduğunuzu hissettirin. O ihtiyacı olduğunda kapınızı çalacaktır.

A bir de… Bırakın internete de bağlı kalsın zaman zaman. Yoksa su kaynatabilir. Evet sosyal medya arkadaşlıkları gerçek dostlukların önüne geçti dedik. Ama internet ergenlerin yalnız kalmalarına neden oluyor demek, altmışlı yıllarda televizyon için bunu söylemekle aynı şey olur. Her şey dozunda demem yeterli olur sanırım.Burada ergenlere de iş düşüyor. Onlar da ilgi alanlarını keşfetmeli. Sadece anne-babaları istediği için ya da moda olduğu için seçimler yapmamalı. Başkalarına yardım etmek de en iyi ilaç aslında. Burada da “yaşlılar” ile ilişki önem kazanıyor. Bir kazan-kazan durumu yaratmak zor değil aslında. Yapmaları gereken kafalarını bir süreliğine, sadece bir süreliğini ekrandan kaldırıp, arkadaşları ile yüz yüze görüşmek, yetişkinlerle ilişki kurmak için çaba harcamak, kendilerine uzanan eli geri çevirmemek. Tabii satır aralarını okuyabildiğinizi düşünüyorum. Bunları yapabilmeleri için sizin desteğiniz çok önemli.

Hayat paylaştıkça güzel… Ekran paylaşımlarının yanı sıra gerçek paylaşımları tatmalarına yardımcı olun… Bir kere paylaşmanın tadına varınca gerisi kendiliğinden gelecektir… Yalnızlık kader değil, bir tercih aslında. Bunu görsünler yeter!

Kaynaklar:

(1)   http://www.dailymail.co.uk/news/article-4269714/Why-teenagers-feel-lonely-older-generation.html

(2)   https://www.theguardian.com/society/2017/apr/08/teenagers-loneliness-social-media-isolation-parents-attention

(3)   https://www.weforum.org/agenda/2018/03/loneliness-is-not-just-an-issue-in-old-age-young-people-suffer-too

ERGENLİK:HAYATIN EN ÖNEMLİ DÖNEMİ…

0
[vc_custom_heading text=”HAYATIN EN ÖNEMLİ DÖNEMİ… Harikalar Diyarında Ergenlik!” use_theme_fonts=”yes”]

Harikalar Diyarında Ergenlik!

Ben gençken, “Yine heyheyleri tuttu,” diye bir söz vardı. Hiç duydunuz mu? Duymadıysanız şöyle anlatayım. Bugünün “Ergen işte,” “Ergen değil mi?” sözleri ile anlattığımız durumlar için kullanabilirsiniz. Ben bu sözü duymaktan hiç haz etmezdim. Emin olun bugünün ergenleri de bu sözleri duymaktan hoşlanmıyorlar. Birlikte çalıştığım gençler, “ergen kelimesinden duydukları rahatsızlığı açıkça ifade ediyorlar zaten. “Ergen olmak” mazereti arkasına sığınmak bazen işlerine gelse de, genel olarak bu kelimenin onları ifade etmediğini, hatta küçümsediğini düşünmeleri kaçınılmaz.

Ne oluyor da bugünün ergenleri, yarının yetişkinleri anlaşılmaz tavırlar sergileyebiliyorlar. Gelin önce ergen beyni gelişimini bir hatırlayalım.

Ergen beyninin gelişimi 20’li yaşların ortalarına kadar devam ediyor. Yapılan çalışmalar artık beyin gelişiminin psikolojik, sosyal ve duygusal gelişim ile bağlantılarını da ortaya koyuyor. Aslında haberler iyi. Çünkü inşaat sahası gibi olan ergen beyni doğru yönlendirildiğinde gencin potansiyeli tam olarak ortaya koymasına yardımcı oluyor. Aslında beyin gelişimini tamamlarken olumlu yönde hızlı bir gelişim, öğrenme ve değişim yaratmak mümkün.

Hal böyleyken neden “ergen” dendiğinde anne-babaların tüyleri bir ürperiyor, neden “ergenim, yaklaşma,” tripleri bu kadar prim yapıyor? Çünkü “ergendir, ne yapsa yeridir,” diye yaklaşmak gibi yanlış bir tarafa çekiliyoruz. Oysa bu yönde gelişimi desteklememiz çok basit.

Neler yapalım:

Öncelikle ergenlik dönemini gereğinden fazla önemsemekten vazgeçmelisiniz…

Bir şeyi kırk kere söylersen gerçek olur derler. Ergenlere günde kaç kere “ergen” yaftası yapıyoruz bir düşünün. Kim olsa “ergenim, yolumdan çekil,” demenin üstüne atlar. Ne müthiş bir özgürlük… Oysa ergenlik, her ne kadar kafa karıştırıcı bir dönem olsa da, gelişim için de bir o kadar fırsatlar sunan ele geçirilmez bir dönem. Öylesine dinamik bir dönemki iki farklı uçta son bulabilir: olumsuz ya da olumlu… Hele bir de ergenliğin verdiği o tutkuyla bunu birleştirmeyi başarabilirseniz kim tutar o ergeni! Yani ergenlik, gence yatırım yapılması gereken önemli bir değişim zamanı.

Sadece ergen beynini suçlamakla bir yere varamayız…

Ergenlik döneminde karşılaştığımız dengesizlikleri, olgun olmayan tavırları, zayıflıkları sadece ergen beyninin halen gelişim içinde olmasına bağlarsak çok yanılırız. Çünkü bu, durumu basite almak olur, olanları halı altına süpürmek olur. Sonuçta gelişimden bahsediyoruz. Yani öğrenmenin, keşfetmenin, yeni şeyler denemenin, sosyalleşmenin, kendi yerini bulmanın müthiş bir doğallıkla gerçekleşebileceği bir dönem… Doğru yönlendirildiğinde doğru yeteneklerin, sosyal ve kültürel uyumun sağlanacağı, yetişkin rollerinin doğru şekilde üstlenileceği, olgun ilişkilerin kurulabileceği, bağımsızlaşılabilecek ilham verici bir dönem. Düşünün bir kere… Çocukluk ile yetişkinlik arasındaki köprüden bahsediyoruz. Kaybedilen bir zaman olamaz. Burada önemli olan ergenin deneme-yanılma ile öğreneceğini kabullenebilmek. Tıpkı bir bebeğin yürümeyi öğrenmesi gibi. Yürümeye çalışırken düşen bir bebeğe bir daha yürümeyi denememesini söylemeyiz, denemesini engellemeyiz. Risk alır, adım atmayı keşfeder, düşer kalkar, sonunda öğrenir. Bir musibet bin nasihatten iyidirsözü bu durumu ne güzel anlatıyor. Öğrenmek birkaç ölçek keşif, birkaç ölçek risk alma, bol bol hata yapma gerektiriyor. Bunu sakinlikle kabul etmenizde fayda var.

Ergen beyninin öğrenme ve gelişme kapasitesini hafife almayın


Öğrenme ve gelişim süreci çocuklukla bitmiyor. Ergenlik dönemi de yepyeni kapıların açıldığı farklı bir öğrenme ve gelişim dönemi. Aslında ergenlik öğrenmenin ve gelişimin ikinci baharı… Sosyal öğrenmenin de gerçekleştiği bu dönem, sosyal kabul/red, saygı değer bulunma/bulunmama, sosyal hayranlık gibi konularda da hassasiyetin başladığı bir dönem… Aslında bunları sıralayınca “tam da bunalıma girme” sebepleri gibi görünse de başta bahsettiğim gibi olumlu yönlendirmeler, ergenliğin doğal alışındaki keşfetme ve risk alma isteği doğru yönlendirilirse ciddi motivasyon kaynağı olabilirler. Ergenin fitili ateşleyecek tutkusunu yakalayıp risk alması için desteklemeniz yeterli. Bardağın dolu kısmını görmekte her zaman fayda var.

Ergenlik dönüşümün anahtarı


Ergenlik yeniliklere en açık olduğumuz dönem. Teknolojiyi kolaylıkla kucaklıyorlar, hatta teknoloji geliştiriyorlar. Teknolojiyi en çok kullanan onlar. Bu da, bağımlı hale gelmedikleri sürece, fırsatlar kapısını aralıyor. Eğitim, sosyal bağlar, yenilik, öğrenme ve daha birçok konuda teknoloji bir adım öteye taşıyor. Toplumsal dönüşüm için müthiş bir kaynak.

Evet, ergenlik belki hem anne-baba için hem de genç için kolay bir dönem değil. Ama abartıldığı kadar da korkunç bir dönem değil. Üstelik her şeyi gencin yararına olacak şekilde yeniden kurgulamak için bir fırsat! Tasavvuf kültüründe çok sevdiğim bir deyiş var  “Bu da geçer ya Hû”. Sıkıştığınız anlarda bu sözü hatırlayın. Öyle değil mi, ergenlik geçecek ancak sizin anne-babalık vazifeniz hala devam edecek! Bir arkadaşım, çocuk sahibi olmayı sürekli daha zor bir level’a geçtiğiniz bilgisayar oyununa benzetmişti: “İçinde bulunduğun aşamayı en zoru zannediyorsun ama sonra daha zoru geliyor”, diyerek. Bu sözü çocuğu ergenken söylediğini belirtmeme gerek yok sanırım. Ergenlikten daha zoru gelir mi, bilinmez ama en azından bu geçici ve fırsatlarla dolu dönemin keyifli yönlerine bakmayı deneyebilirsiniz. Hepiniz için daha rahatlatıcı olacağı kesin

Kaynak:

  1. https://www.weforum.org/agenda/2018/01/we-misunderstand-adolescent-brains-science

FELSEFE YAPMA DİYENLERE BAKMAYIN

0
[vc_custom_heading text=”FELSEFE YAPMA DİYENLERE BAKMAYIN, LÜTFEN BOL BOL FELSEFE YAPIN!” use_theme_fonts=”yes”]

LÜTFEN BOL BOL FELSEFE YAPIN!

Okullar çocuklarımıza ne düşüneceklerini öğretmek yerine nasıl düşüneceklerini öğretselerdi nasıl olurdu? Çocuklarımız küçük yaşlarında, daha ilkokul sıralarındayken hayata bakmanın farklı yolları olduğunu öğrenselerdi? Sadece ailesinin ya da öğretmenlerinin bakış açılarıyla sınırlı kalmasalardı?

Düşünün bir… Sadece kitap okumak bile çocuğunuzun ufkunu nasıl açıyor… Çünkü aslında doğuştan geniş hayal gücüne sahibiz. İşte o yüzden Harry Potter ya da Yüzüklerin Efendisi gibi kitaplar milyonlarca çocuğa ulaşıyor. Uzmanlar bu tarz kitapları severek ve anlayarak okumayla filozof Plato’yu anlamak için aynı beceriye sahip olmak gerektiğini söylüyor. Evet yanlış okumadınız, filozof dedim.

Gelin İngiltere’de ilkokulda felsefe dersine başlayan okullarda yakın dönemde yapılan bir araştırmanın sonuçlarına bakalım. Bu araştırmaya İngiltere’de 48 okuldan 3000 çocuk dahil edilmiş. Araştırma, 2 yılın sonunda çocukların okuma, okuduğunu anlama ve matematik yeteneklerinin oldukça geliştiğini ortaya koymuş. Aslına bakarsanız araştırmaya başlandığında böyle bir sonuç elde edilmesi de hedeflenmiyormuş. Bu, felsefe derslerinin yan etkisi diyelim. Ve bunlar haftada sadece 1 ders, bakın bir saat bile değil, sadece bir ders felsefe ile varılan sonuçlar: 1 ders felsefe eşittir 2 aylık standart ders! Felsefe, çocuklara daha iyi dinlemeyi, farklı bakış açılarını kabul etmeyi, daha anlaşılır konuşmayı ve fikirlerini daha net ifade etmelerini sağlamış. (1)

Durham Universitesi tarafından 48 ilkokulda 3159 çocuk ile yürütülen başka bir araştırmaya göre gerçek, adalet, bilgi gibi konularda yoksul ailelerden gelen çocuklar felsefe derslerinden daha çok fayda sağlamışlar. Tüm çocuklar, ortalama 2 ayın sonunda çocukların okuma ve matematik notlarının yükseldiği gözlemlenmiş. Daha kötü koşullardan gelen çocuklar için ise elde edilen faydanın çok daha yüksek olduğu, 4 ayın sonunda okuma, 3 ayın sonunda matematik, 2 ayın sonunda ise yazma becerilerinde gelişme olduğu gözlemlenmiş. (2)

Her iki araştırma çocukların akademik alanda gösterdiği gelişimi ortaya koymakla kalmıyor. Sosyal olarak da çocuklardaki gelişim oldukça çarpıcı. Felsefe dersi alan çocukların birbirleriyle ilişkilerindeki yaratılan farkın çok büyük olduğu vurgulanıyor. Oyun oynarken anlaşamadıkları konuları çözümleme biçimleri, birbirlerinin bakış açılarına gösterdikleri saygı, ders esnasında ortaya koydukları farklı fikirler… Hepsi felsefe ile çocukların hayatlarında ve hayata bakış açılarında yaratılan farkı gözler önüne seriyor.

Ve bu sadece haftada bir ders felsefe ile çocukların entelektüel ve sosyal gelişimlerinde yaratılan fark. Sadece haftada bir ders felsefe ile çocuğunuzun hayatında yaratılacak fark ne kadar büyük. Üstelik tek yapılması gereken şey, zaten onun doğasında olan soru sorma becerisini kullanmasına izin vermek. Sonrasında mantık yürütme, daha derin düşünme, kendi bakış açısını oluşturma, başkalarının düşüncelerine saygı gösterme, konuşma, dinleme gibi hayat becerileri doğal bir şekilde gelişecek. Üstelik davranışları olumlu yönde değişeceği için ilişkileri de olumlu yönde etkilenecek.

Tabi şimdi felsefe deyince hepimiz bir adım geri çekilmek istiyoruz değil mi? O ağdalı, zaman zaman bizim bile anlamakta zorlandığımız konuları çocuklarımız nasıl anlayacak?

Onların anlama seviyesine göre hazırlanmış resimli kitaplar, videolar, müzikler ya da resimler ile… Çıtır Çıtır Felsefe serisini duymuş muydunuz? Alıp bir inceleyin, bir fikir edinirsiniz. Ama çocuklara tabi ki felsefi kuramlar anlatılmıyor. Çocuğunuz aşağıda örneklerini verdiğim gibi sorulara cevap arıyor.

Cevap aranan sorular

  • Arkadaşlar aileden önemli midir?
  • Çalmak doğru mu dur?”
  • Yalan söylemenin doğru olduğu bir durum var mıdır?
  • Adınız farklı olsaydı, farklı bir kişi mi olurdunuz?
  • Görünmezlik yüzüğünüz olsaydı ne yapardınız?
  • Bilgisayarlar düşünür mü?
  • Hiçbir şekilde bilemeyeceğimiz bir şey var mıdır?
  • Konuşabilseydi domates yer miydiniz?

Sorular dışında senaryolar da felsefe derslerinde kullanılabilecek yöntemlerden… Örneğin “hayali bir küçültme makinesinde ortadan kaybolana kadar küçülür müsünüz? Gerçekten yok mu olursunuz yoksa kimsenin sizi göremeyeceği kadar küçülür müsünüz?” gibi bir senaryo ile çocuklar daha metafizik sorularına yanıt arayabilirler.

Tüm bunlara yanıt ararken de arkadaşlarının fikirlerini dinliyor, anlıyor, tartışıyor. Farklı bakış açıları olabileceğini doğal bir ortamda öğreniyor, saygı gösteriyor. Ve tüm bunları öğretmen yönlendirmiyor, tartışmalar tamamen çocukların ortaya attığı fikirlerle yön buluyor. Zira diğer derslerde olduğu gibi sorunun doğru cevabı yok, herkes istediği gibi yorum yapmakta serbest. Doğruyu ve yanlışı, iyiyi ve kötüyü öğrenmek için ne kadar doğal ve rahat bir ortam…

Felsefe dersinin müfredata girmesi için zamana ihtiyacımız var. Peki anne-babalar ya da öğretmenler olarak siz neler yapabilirsiniz?
Öncelikle bir adım geride durmaya hazırlıklı olun. Çocuğunuza ya da öğrencilerinize düşünmesi için süre tanıyın ve onun yerine cevap vermeyin, çözüm üretmeyin. Hatta felsefi bir tartışma yaratmak için birden fazla çocuğun ortamlarda ilginç sorular sorun. Çocuklar birbirlerini zorlamayı sever. Böylece oldukça doyurucu, geliştirici bir konuşma ortamı yaratırsınız.

Büyük filozof Descartes’in “Düşünüyorum, öyleyse varım” sözünü bilmeyenimiz yoktur. Düşünen ve böylece “var olabilen” bir nesil için, lütfen bol bol felsefe!

Kaynaklar:

http://www.businessinsider.com/the-case-for-teaching-philosophy-in-schools-2016-3
http://dailynous.com/2015/07/10/benefits-of-teaching-philosophy-in-primary-school/
https://www.theschoolrun.com/philosophy-in-primary-school-how-thinking-skills-will-benefit-your-child

SATRANÇ : DEHB’LİLERİN EN YAKIN ARKADAŞ ADAYI!

0
[vc_custom_heading text=”SATRANÇ : DEHB’LİLERİN EN YAKIN ARKADAŞI OLMAYA ADAY!” use_theme_fonts=”yes”]

Satranç , tarihçesi çok eskiye dayanan bir zeka oyunu. Oynanmaya başlandığı yıllar ise M.Ö. 4000’lere kadar dayanıyor. Mısır’da doğan ve aynı zamanda  Çin’de, Mezopotamya’da ve Hindistan’da da oynanan bu oyun, zamanla Avrupa’ya yayılıp günümüzdeki halini almış. Günümüzdeki hali sizi yakın geçmişe götürmesin çünkü oyunun kuralları 1497’den beri aynı!
Kuralları   500 yıldır değişmeyen bu  oyun Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivitesi, Öğrenme bozukluğu olan gençler için en yakın arkadaş olmaya aday
Genel kanı  DEHB ve Öğrenme bozukluğu  olanların bu tur sabır ve sıralı  düşünmeyi  gerektiren oyunlarda çok ilgili olmadıkları olsa da  Satranç  DEHB kaynaklı zorlukları  aşmak  için bir araç olarak kullanılıyor.

Çünkü satranç oynarken DEHB’liler;

  • Dikkatlerini toplamayı,
  • Hiperaktivitelerini kontrol altına almayı,
  • Hesaplama becerilerini geliştirmeyi,
  • Sosyal ilişkilerinde sağlam adımlar atabilmeyi ,
  • Uyumlu olmakta bir adım ileri gidebilmeyi öğreniyorlar.

Göz önünde bulundurulması gereken en önemli nokta ise , dikkat eksikliğine kesin çözüm bulmuyor.Bize yardımcı olduğu nokta, ergenlerin çalışma zamanlarını ve tahammül sınırlarını genişletmeye yardımcı olması.

Hatta bunun için İspanya’da bir kulüp kurulmuş.
Adı ‘Ajedrez Villalba 64’ (ajedrez ispanyolca satranç demektir) olan kulübün başkanı Luis Blasco, projeyi ilk geliştirdiklerinde sadece iletişim zorluğu yaşayan her yaştan bireyle çalıştıklarını söylüyor. Daha sonra İspanya Sağlık Merkezi ise DEHB ile mücadele eden ergenler ve çocuklar için pilot proje yapmayı önermiş.
Sonuçlar mı?
Pedagojik ve eğitim alanında fark edilir bir başarı yakalanmış. O kadar ki, 2015 Londra Satranç Konferansı’nda ödül almış. Tabii  bu başarıyı uzun vadeli olarak yakalayabilmek için aile fertlerinin de satranç bilmesi şart. Aynı zamanda her türlü aile içi etkinlik DEHB ile mücadele eden ergenler için çok önemli, çünkü bu etkinlikler başarılı iletişimin önünü açıyor.

Kaynak: http://www.abc.es/familia/educacion/abci-ajedrez-herramienta-ayuda-ninos-deficit-atencion-201707122044_noticia.html

Öğrenme ve Kahraman’ın Yolculuğu İlişkisi

0
[vc_custom_heading text=”ÖĞRENME, ÖĞRETMENİN Mİ KAHRAMANIN YOLCULUĞU MUDUR?” use_theme_fonts=”yes”]

Öğrenme ve Kahraman’ın Yolculuğu

1904-1987 arasında yaşamış Amerikalı mitolojist, yazar ve akademisyen Joseph Campbell’i duymuş muydunuz? Campell, “Kahraman’ın Sonsuz Yolculuğu” kitabında, karşılaştırmalı olarak dünyadaki mitleri inceleyerek, hepsinin yolculuğundaki ve dönüşümündeki izleri sürerek 12 aşamalı ortak bir döngüyü ortaya koyuyor. Her ne kadar farklı olay örgülerinde ve farklı karakterlerde olsalar da sinemadaki, tiyatrodaki, edebiyattaki veya masallardaki kahramanların yolculuğunun aslında birbirinden pek de farklı olmadığını gösteriyor.

Campell, tüm hikayelerdeki ortak aşamaları şöyle özetlemiş

Geçenlerde öğrenme süreci hakkında okuduğum bir makale (1), öğrenme sürecini “kahramanın yolculuğu” adımlarıyla açıklıyordu. Öğrenme, bilginin kullanılabilir hale gelmesi, bilince dönüşmesi demek. Öğrenme konusu ele alınırken, hep ‘öğretme’den yola çıkıyor, öğretmenlerin nasıl öğrencinin ilgisini çekeceğinden, konuyu nasıl anlatması gerektiğinden bahsedip duruyoruz. Halbuki öğrenme sürecinde kahraman, öğrencinin kendisi ve doğal olarak da yolculuk kendi yolculuğu.

Öğretmen sadece bu yolculuğun dördüncü aşamasındaki “akıl hocasıyla karşılaşma” basamağındaki bir madde. Yani öğretmen elbette en iyi yöntemlerle yaklaşsın tabii, ama esas sorumluluk kahramanın ta kendisinde.

Zaten herkes kendi hikayesinin kahramanı değil midir? “Bir musibet bin nasihatten iyidir” sözü ne kadar güzel anlatıyor aslında. Öğrenmek için birinin anlatması, öğüt vermesi nafile. Önemli olan sorumluluğu ele alıp, deneyimlemek. Anne babalarımızın öğütleri bizim de bir kulağımızdan girip diğerinden çıkmadı mı? Ya da çocuğunuzu, o istemediği halde, o kurstan bu kursa, o özel dersten bu özel derse sürüklediğinizde neler oldu? Öğrenmedi demek doğru olmaz belki. Ama bir düşünün öğrendiğini içselleştirip, benimsedi mi? İçselleştirmediğiniz bir bilgiyi ne kadar hayata geçirebilirsiniz ya da ne ölçüde kullanırsınız? Gitar çalmak istemiyorsanız ama özel ders alıp öğrendiyseniz, gitarınız bir köşede durur, yüzüne bile bakmazsınız, çalsanız bile gitarınızdan notalar neşeyle dökülmez.

İşte aslında öğrenme dümeni kendi elinize almanız gereken bir süreç. Öğretmen ise ancak çocuğunuz için öğrenmenin kapısını aralayabilir. Sonrası çocuğunuza kalmış. Yani her konuda olduğu gibi okul hayatında da çocuğunuz kendi hayatının ana kahramanı olduğunu anlamalı. Sizin yapmanız gereken ise akademik olarak öğretmenin sadece yol gösterici olduğunu onun anlamasına yardımcı olmak. Tabi önce bunu sizin kabullenmeniz gerek. Öğretmenden mucizeler beklemek çocuğunuzun öğrenme sürecinde öğretmeni ana kahraman yapmak demek olur ki bu da çocuğunuzun öğrenme konusunda sorumluluk almasını geciktirir ya da engeller.

Öğrenme süreci ve kahramanın yolculuğu

Bahsettiğim makale öğrenme sürecini, kahramanın yolculuğu döngüsüne şöyle uyarlamış:
Ben bu süreci biraz buzdağına benzeterek vermek istiyorum.

Makalede öğrenme sürecinde, en başlarda öğretmenin daha fazla olan sorumluluğunun süreç ilerledikçe azaldığından ve ana sorumluluğun öğrenciye geçtiğinden de bahsediliyor.  Çünkü öğretmen öğretilecek konuyu verip, gerekli hedefleri belirledikten sonra sadece değerlendirme yapmaktan sorumlu oluyor ve öğrenmek aslında öğrencinin çabasını gerektiriyor.

Öğrenme yolculuğunda tüm öğrencilerimize başarılar…

  • https://4c3d.wordpress.com/tag/heros-journey/

Dikkat Türleri ve Seviyesi

0
[vc_custom_heading text=”DİKKATİM BİÇİM BİÇİM…” use_theme_fonts=”yes”]

Neden önemli bir açıklama yapılacağı zaman “Dikkat dikkat!” denir, hiç düşündünüz mü? Bu sorunun cevabı dikkatin anlamında saklı: “dikkat”i herhangi bir uyarıcının farkında olmak olarak tanımlayabiliriz.  Daha geniş tanımıyla , bir şeyi öğrenmek, anlamak veya kavramak amacıyla gösterilen zihinsel çabadır. Önemli açıklama yapacak kişi, “dikkat dikkat” diyerek sizi az sonra söyleyeceği şeyi anlamak için çaba göstermeye davet eder. Çünkü bu çabayı göstermezseniz söylenen şey bir kulağınızdan girip, diğerinden çıkar.
Yeni bir bilgiyi almak, eskilerle birleştirmek, depolamak ve uygulamaya almak süreçlerini içeren öğrenmenin, dikkat olmadan gerçekleşmeyeceğinden bahsetmiştim.

Dikkatini uygun uyarana yönlendiremeyen, bu konuda belli bir süre dikkatini koruyamayan ve bunun için bir motivasyonu olmayan kişi bir bilgiyi nasıl alır, eskilerle birleştirir ve depolar? Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olarak bilinen durumdaki en büyük sorun da bu kişilerin dikkatini uzun süre koruyamamasından kaynaklanmaktadır.

çok karmaşık ve birçok bileşeni olan bir fonksiyon.

Dikkat Türleri

Kavramı,  Sohlberg ve Mateer’in (1987, 1989) deneysel nöropsikolojinin klinik vakalarına dayalı olarak beş farklı model ile açıklanıyor:

  • Odaklanmış : Dikkatimizi sadece bir uyarıcıya odaklama, yoğunlaştırma kabiliyeti. Susamışken suya odaklanmak ya da herhangi bir gürültü duyduğumuzda gürültüye odaklanmak bu çeşit dikkat örnekleri
  • Sürdürülen : Bir uyarıcı ya da eylemle uzun süre ilgilenebilme kabiliyeti. Ertesi günkü sınava, saatlerce başını bile kaldırmadan aynı kavrama yeteneği ile çalışmayı sürdürebilmek sürdürülen dikkat örneğidir. Yüksek bir motivasyon gerektiren bir dikkat türüdür.
  • Seçici : Dikkati dağıtan başka bir uyarıcı olmasına rağmen, dikkatini belli bir uyarıcı ya da eyleme yönlendirebilme kabiliyeti. Bu dikkati gösterebilmek hem gürültü gibi dış, hem de düşünceler gibi iç etkenlerden soyutlanmayı gerektirir. Birçok kişi konuşurken, aralarından sadece bir kişiyi dinleyebilmek ya da gürültülü bir odada ders çalışabilmek bu çeşit bir dikkati gerektirir.
  • Değişen : Dikkat odağını iki ya da daha fazla uyaran arasında değiştirebilme kabiliyeti. Yemek pişirirken birden çocuğunuzun ödevine yardım etmeye başlamanız, bir kullanım kılavuzunu okuyup, orada yazanlara göre montaja geçmek değişen dikkat örneğidir.
  • Bölünmüş : Aynı anda farklı uyaran ya da eylemlerle ilgilenebilme kabiliyeti. Bu çeşit dikkati kas hafızasıyla ya da alışkanlıklarla otomatik yaptığımız eylemler sayesinde gösterebiliriz. Araba kullanırken radyo dinlemek, bir toplantıda konuşulanları dinlerken aynı anda epostalarını kontrol etmek ya da ders dinlerken bir sonraki cümleyi dinleyip bir önceki cümleyi yazmak bölünmüş dikkat örneğidir.

 Psikoloji ve nöroloji çalışmalarıyla bilinen bilim insanları Posner ve Peterson’ın 1990 yılında yazdıkları, 2010 yılında güncelledikleri, insan beyninin dikkat mekanizmasını açıkladıkları makalelerinde beynin:

  • Uyarılma
  • Fark edilen şeye odaklanma
  • Bu şeye karşı başka bir aksiyon alıp almamaya karar verme fonksiyonları için 3 farklı dikkat sistemi olduğu belirtiliyor.

    3 Farklı Dikkat Sistemi :

  • Retiküler Aktivasyon Sistemi (RAS) ya da Uyarı Sistemi: Bu sistem beynin etrafı tarayarak kayda değer bir şey olup olmadığını değerlendirir. Asıl olarak uyarılmadan ve sürdürülen dikkatten sorumlu sistemdir ve gündüz gece çalıştığından daha iyi çalışır. Bu sebeple de uzmanlar mecbur kalmadıkça gece araba kullanmanın iyi bir fikir olmadığını söylüyorlar.
  • Oryantasyon Ağı: Bu sistem, ilgi çeken ya da radarınıza giren herhangi bir şeye karşı bilinçli olarak dikkat göstermeyi sağlar. Odaklanmış dikkat ve seçici dikkatten sorumludur.
  • Yürütücü Sistem: Dikkat gösterdiğiniz bir şeye olan dikkatinizi kesip kesmemeye ya da dikkati sürdürmeye karar veren sistemdir. Bu ağ seçici dikkat, sürdürülen dikkat ve bölünmüş dikkatten sorumludur.

Posner ve Peterson, yirmi yıl sonra yazdıkları ikinci makalede Yürütücü Sistemi ikiye ayırıyorlar.

Tüm bu bilgiler bir öğretmen veya eğitim koçu için ne anlama geliyor?
Gencin radarına girdiniz, farkınıza vardı, tam da onun anlayacağı şekilde bir şeyler söylediniz beyninden içeri sızmayı başardınız! Peki, ilgisini devam ettirmeyi nasıl başaracaksınız? Çünkü gencin uyarı sistemi durmuyor ki, etrafta olup biteni taramaya devam ediyor.

Sizden daha çok ilgisini çeken bir şey fark ettiğinde de ona yöneliverecek. Yani aslında bizler gibi gençlerle çalışan öğretmen, eğitmen ya da rehberler için esas zorluk, ilgilerini yakalamak değil, ilgilerini sürdürmek. Söylediklerinizi öğrenmeye değer bulmalı, ilgisini koruması için sürekli aktif olmalı, ilgi çekici detaylarla süslemelisiniz.  Onun kendisinin sürdürülebilir dikkat için yapabilecekleri için dikkati uzun süre sürdürmek ile ilgili yazımı tavsiye ederim.

Sevgi Yetmez Sınırları da çizmelisiniz

0
[vc_custom_heading text=”SEVGİ YETMEZ, SINIRLARI ÇİZİP KURALLAR DA KOYMALISINIZ” use_theme_fonts=”yes”]

Sınırlar Çizip Kurallar Koymak

Çocuklar en çok neye ihtiyaç duyar diye sorsam, eminim birçoğunuz sevgi dersiniz. Haksız mıyım? Siz de haklısınız. Çocuklar sevilmek ister. Anne babalar da onları pamuklara sarar sarmalar. Öpücüklere boğar. Bazen abartır bir dediğini iki etmez. Oh mis! Musmutlu çocuklar…

Ama işte maalesef öyle olmuyor… Sevgi kadar, hatta belki de sevgiden daha çok yaşamlarında yapıya ihtiyaç duyar çocuklar. Mutlu yetişkinler olabilmeleri için sınırları bilmeleri gerek. Size sıkı bir anne baba olmaktan bahsetmiyorum. Belli sınırlar içinde, belli kurallar çerçevesinde çocuk yetiştirmekten bahsediyorum. Kuralsız bir ortamda yetişen çocuk eksik donanımlı bir yetişkine dönüşecektir.

Ama tabii ki sevgisiz olmaz. Kurallar, sevgi ile birleştiğinde mutlu ve kendinden emin çocuklar yetiştirebilirsiniz. İnanması zor da olsa da ve evet her ne kadar size bunu belli etmese de ergen çocuğunuzun en çok ihtiyaç duyduğu şey bir yapı oluşturmanızdır, kurallar koymanızdır. Kurallar, özellikle de kendi gibi hayatının dümenini eline almamış başka ergenlerle birlikte olan ergen çocuğunuz için, hedefine doğru ilerlerken kullanacağı bir navigasyon aracıdır.

Yoldan sapmasını engeller, yoldan çıksa bile yeni bir yol bulmasına yardım eder.
Nasıl mı? Eski ABD dışişleri bakanı Colin Powell’ın yaptığı bir TEDx konuşmasından(3) bahsetmek istiyorum. Bu konuşmada Colin Powell, yaptığı okul ziyaretlerinde soru sormak için parmak kaldıran çocukları yanına çağırdığını ve bir asker gibi hazırolda durduktan sonra sorularını sordurttuğundan bahsediyor.

Kimilerine göre bu çocuğa yapılan bir saygısızlık olarak görülse de askeri eğitim almış biri olarak Powell, kolları vücudunun iki yanında, dik duran ve ileri doğru bakan bir çocuğun kendine güveninin yerine geldiğini ve aslında çocukların da bunu yapmaktan keyif aldıklarını söylüyor.Bu küçük bir örnek… Ama soru sormadan önce duruşu tarif edilen çocuk bile güvenini topluyorsa, anne babanın oluşturduğu yapı ve kurallar çerçevesinde hareket eden çocuğun güvenini artık siz düşünün. Tabii asker yetiştirmekten bahsetmiyorum. Sarılmalara, öpmelere devam…

Oluşturmak Çocuğunuz için yapı oluşturmak, çerçeveleri belirlemek, sınırları çizmek, kurallar koymak bizim de öğrenci koçluğundaki ana araçlarımızdan ve çocuk yetiştirmenin olmazsa olmazı.  Ama bunu doğru yapabilmek için birkaç noktayı dikkate almanızı önereceğim:

Kurallar güvenliği sağlamaya yönelik olmalı. Böylece çocuğunuz koyduğunuz kuralın nedenini daha net anlar. “Böyle çünkü ben istiyorum”, “Böyle çünkü ben annenim” açıklamasından da daha ikna edicidir.

Gerekirse geri adım atıp özür dilemeyi ihmal etmeyin. Evet, kuralı koydunuz, ama kuralın yanlış olduğunu fark ettiniz. Özür dileyin. Böylece ergen çocuğunuz onu sevdiğinizi, üstelik saydığınızı da anlayacaktır. İşte kendine güvenmesi için ona bir neden daha vermiş oldunuz.

Kurallar için pozitif ifadeler kullanın. “Yemeğini salonda yeme”, “Geç kalma” gibi olumsuz ifadeler yerine “yemeğini mutfakta ye”, “Vaktinde gel” gibi ne olmamasını değil, ne olmasını anlattığını ifadeler kullanırsanız daha yapıcı olduğunuz için çocuğunuz da daha iş birlikçi olur.

Kural koymanın çocuğunuzu sınırlayacağını düşünüyor olabilirsiniz. Ama uzmanlar tam tersini söylüyor. 1960larda psikolog Diana Baumrind ‘in 100 çocukla yaptığı araştırmada, aileleri disiplin anlayışı, bakım, ilişkiler ve beklentiler başlıklarında değerlendirerek, 3 farklı ebeveyn tarzı olduğunu ortaya koydu. 1983 yılında da Maccoby ve Martin, bu tutumlara 4. bir ebeveyn tarzı eklediler:

Ebeveyn tarzları

  • Otoriter
  • Demokratik (Otoritatif)
  • İzin Verici
  • İlgisiz

Bu gruplardan demokratik ebeveynler, otoriter ebeveynler gibi de kurallar koyar ve kurallarına uyulmasını beklerler. Ancak otoriterlerden farklı olarak,  bu kurallar net ve çocuklarının takip edebileceği şekildedir. Ayrıca demokratik ebeveynler çocuklarına karşı duyarlıdır ve onların sorularını dinlerler. Çocuğu cezalandırmak değil, davranışının sorumluluğunu aldırmak esastır.  Baumrind’in gruplamasında bu tarz ebeveynler, haklar konusunda titiz, ama zorlayıcı ve kısıtlayıcı olmayan kişilerdir.

Disiplin yöntemleri çocuğu yıldırmaktan çok destekleyicidir ve çocuklarının topluma karşı duyarlı, haklarını savunabilen, kendine yetebilen ve işbirliği yapabilen kişiler olarak yetişmelerini isterler. Araştırma bu grup ailelerin çocuklarının daha mutlu ve başarılı olduğunu ortaya koyuyor.

Colin Powell’ın da söylediği gibi kurallar ve yapı çocukları gerçek dünyaya hazırlar. Hayatla yeni tanışan biri için kendinden ne beklendiğini gösterir. Sosyalleşmesine yardımcı olur.  Daima “lütfen” ve “teşekkür ederim” deme kuralı, küçük yaşlarda oyuncakları toplama kuralı, ergenlikte eve belli bir saatte gelme kuralı gibi… Ama tabi çocuğunuza kural koymak despot olmak demek değil. Sevgi her daim orada olmalı.

Kurallar çocuklara ve tabii gençlere düzeni öğretir; “Yemek yemeden önce ellerini yıka” dediğinizde belli bir düzenin de ipucunu vermiş olursunuz.
Kurallar aidiyet duygusu yaratır. Yetkin ve becerikli hissettirir. Sınırları bilen çocuk sizi zorlamaz, yani güç savaşlarına gerek kalmaz. Tabi onun sizi her test ettiğinde geri adım atmadan dimdik durabilirseniz. Kurallar güven duygusu yaratır. Her ne kadar kontrol edilmek istenmiyor gibi hareket etseler de kuralsız bir ortam onlar için korkutucudur aslında. Yönlerini bulabilmek için kurallara ihtiyaçları olduğunu içten içe bilirler.

Kurallar yavaş yavaş kendini güveni inşa eder. Koyduğunuz kurallarla yavaş yavaş hareket alanını genişletirsiniz, yavaş yavaş kendine güvenini kazanır, bağımsız br birey olma yolunda emin adımlarla ilerler.

Yine Colin Powell’ın konuşmasından bir örnek vermek istiyorum. Powell diyor ki: ‘Askerde, gençleri sıraya sokar, aynı giydirir, saçlarını kestirirsiniz. Yani onlara bir yapı oluşturusunuz. Kuralları anlatırsınız. Bir soru sorduğunuzda cevabı “Evet efendim”, “Hayır efendim” ya da “Mazeret yok efendim” olmalıdır.’ Tabii ki askeri kuralları eve taşıyın demiyorum. Ama Powell bu sıkı kuralların beraberinde üste olan saygıyı, hatta inanmazsınız sevgiyi arttırdığını söylüyor. Sizin evin de kendi kuralları bu saygı ve sevgi ortamını yaratacak. Çocuğunuza bu yapıyı siz oluşturabilirsiniz. Okul ancak buna destek verebilir. Asıl iş sizde.İyi de nasıl yapı oluşturacağım dediğinizi duyar gibiyim.

İşte size ipuçları:

  • Çocuğunuzu, ihtiyaçlarını, hassas noktalarını iyi tanıyın.
  • Çocuğunuzun yaşamını düznleyeceğini düşündüğünüz kurallar koyun. Bu kurallar az ama öz olsun.
  • Ne olursa olsun tutarlı davranın. Tutarsızlık kafa karştırıcı olabileceği gibi, itaatsizliği e getirecektir.
  • Bu kuralların yaptırımlarını açık bir şekilde belirtin. Uyulmadığı durumlarda mutlaka bu yaptırımları uygulayın. Uyulduğu durumlarda ise farkında olduğunuzu ve takdir ettiğinizi mutlaka belli edin. Kötüyü söyleyip, iyiyi yok saymak olmaz!
  • Rutinler oluşturmak, her yaştan insan için rahatlatıcıdır. Ne olacağını bildiğinde daha kolay ve rahat uyum sağlar. Rutin dışı bir şey için mutlaka haber verin, hatta onun da fikrini alın. Böylece kendini aileye ait ve önemli hissedecektir.
  • Sorun çıkan, çatışmaya sebep olan konular varsa, bunların tekrar edip etmediğine bakın. Tekrar ediyorsa, sorun büyümeden mutlaka kalıcı çözüm bulun.
  • Tüm bu kurallar içerisinde, o ergenliğin de getirdiği duygusal iniş çıkışlar çocuğunuzda stres yaratabilir. Spor, hobiler, sanatsal aktiviteler gibi onu rahatlatacak, stresini hafifletecek aktivitelere yönlendirin.
  • Onu koşulsuz sevdiğinizi hissettirin.

Çocuğunuz için yapı oluşturmak, çocuğunuza kurallar koymak onu önemsediğinizin bir göstergesidir. Bu da onun için “iyi bir başlangıç” demektir. Sevildiğini, yeri geldiğinde güvenildiğini, kendinden beklentiler olduğunu bilmek… Bir çocuğa geleceği için verebileceğiniz en güzel şeylerden biri de güven duygusu.

Kaynak:
https://qz.com/1039939/child-psychologist-lisa-damour-says-kids-need-rules-more-than-affection-from-their-parents/
http://www.parenting.com/article/why-kids-need-rules
https://www.ted.com/talks/colin_powell_kids_need_structure

GENÇLERİN EN KRİTİK KARARI: MESLEK SEÇİMİ

0
[vc_custom_heading text=”GENÇLERİN EN KRİTİK KARARI: MESLEK SEÇİMİ
” use_theme_fonts=”yes”]

Çocuklarımızın hayatından memnun olmasını, keyif almasını istiyorsanız onu sevdiği mesleği seçmesi konusunda destekleyin. Çocuğunuzun kendini tanımasına rehberlik edin. “Ben olamadım, o olsun” yaklaşımından kaçının. Unutmayın; ilgi ve yetenekler, eğitimle birleştirildiğinde doğru bir meslek seçimi yapılabilir.

Bir eğitim koçu olarak, belki de en önemli görevlerimden birisi, gençlere meslek seçimi konusunda rehberlik etmek. Çünkü meslek seçimi insanın geleceğini şekillendirecek hayati kararlardan biri ve maalesef çevremde yanlış meslek seçtiği için mutsuz olan, yeteneklerini kullanamayan, içindeki cevheri ortaya çıkaramayan birçok insan görüyorum. Hobilerin önemi ile ilgili yazdığım yazıda becerilerini ve ilgi alanlarını işe dönüştürebilenlerin ne kadar mutlu olduğunu, bunun başarıyı da getirdiğini belirtmiştim.
Meslek para kazanma ve ekonomik ihtiyaçları karşılama aracı olduğu kadar, kişilerin bir şeyler üretme, bir şeyler ortaya koyma aracıdır. Bunu yaparken de yetenek ve becerilerini kullanır. Bu sebeple kendini en iyi şekilde ifade edebileceği, potansiyelini ortaya koyabileceği bir seçim yapması, işini keyifle yapmasına ve ortaya iyi bir iş çıkarmasına sebep olacaktır.
Eğitimle ilgili dünyadaki gelişmeler ve yapılan araştırmalar artık beceri ya da yeteneklerin akademik bilgiden daha öne çıktığını gösteriyor. Şu Becerilere Sahip Gençlerin Sırtı Yere Gelmez başlıklı yazımda American Management Association’ın 2010 yılında yaptığı “Kilit Beceriler Araştırması”na(1) göre  hayatta başarılı olabilmek için öne çıkan becerilerin sorgulayan düşünce yapısı, etkin iletişim, takım çalışmasında uyum ve yaratıcılık olduğunu belirtmiştim. Günümüz gençleri okulda ya da aile yaşantısında bunları öğreniyorlar mı? Benim de severek takip ettiğim, Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı yapmış, birçok eğitim kurumunun kuruluşunda görev almış ve dünya okul sistemleri konusunda da uzman olan Prof Dr. Ziya Selçuk, Türkiye’de günümüz müfredatında “gençlerin hayat değil, sınava hazırlandığını” söylüyor. Bu aslında çok üzücü. Çünkü iş hayatında müdürler “Çıkarın kağıtları yazılı yapacağım” demiyor. Elbette bilgi de önemli, ama verilen işi eksiksiz ve zamanında yapma, tüm açılardan değerlendirip en uygun senaryoya göre karar alma, riskleri ön görme, çalışma arkadaşlarıyla yapıcı ilişkiler kurma, gerekirse takım çalışması ya da bir ekibe liderlik yapabilme gibi beceriler daha da önemli. Yani gençlerin görüntüyü değil, altyapıyı doldurması gerekli; diplomaya değil kazanımlarına bakması gerekli, daima ve daima hedef heybeyi doldurmak olmalı. Ziya Hoca eskiden karnelerde “talim” ve “terbiye” notlarının ayrı olduğundan da bahseder, şimdi ise karnelerde sadece ders notları var ve bu notlar bilgiyi kullanma şeklinizi değil bilip bilmediğinizi puanlayan bir sistem. Yani öğretim var ama eğitim konusu biraz bulanık! Uluslararası Eğitim Başarılarını Değerlendirme Kuruluşu (2) IEA’nın, dört yıllık aralıklarla düzenlediği, 4. ve 8. sınıf düzeyindeki öğrencilerin matematik ve fen bilimleri alanlarında kazandıkları bilgi ve becerilerin değerlendirilmesine yönelik bir tarama araştırması olan TIMSS’in 2015 raporunda, Türkiye tüm alanlarda puanını arttırsa da dünya ortalamasının altında.  Örneğin, TEOG’da yüzlerce birinci çıkarırken, uluslararası bir sınavda 8. sınıflarda matematikte dünyada 24. sıradayız, fende 21. sırada.  Bu da maalesef bilgi öğretilse de bunun beceriye dönüşmediği, öğrencilerimizin bu bilgiyi kullanmada sorun yaşadıklarını gösteriyor.
Ama iyi haber, ülkemizde de bazı okullar konunun önemini kavrayıp yetenek haritalarını çıkarmaya, yetenek geliştirme programları koymaya başladılar. Kurumsal şirketler de çalışanlarının mevcut yeteneklerini geliştirmek için yetenek geliştirme programları koyuyorlar.
Ancak, meslek seçiminde, gencin kişisel özellikleriyle ve becerileriyle uyumu kadar, o mesleğin geleceğini de düşünmek gerekli. Halbuki bizler onları bugünün verilerine ve kendi deneyimlerimize göre yönlendiriyoruz. “Her tarihsel olayı kendi zamanına ve koşullarına göre değerlendirmeli” denir, bu gelecek için de geçerli. Bizim çocukluğumuzdan beri bile ne kadar çok meslek şekil değiştirdi. Örneğin fotoğrafçılık, bizim çocukluğumuzdaki fotoğrafçılık mı?. Oxford üniversitesinin 702 meslek için yaptığı araştırmaya göre 20 yıl içinde bugün var olan mesleklerin %47’si ya şekil değiştirecek ya da yok olacak. (3) Dijitalleşmenin de etkisiyle her şey gibi meslekler de kabuk değiştiriyor ve bugünkü bilgimizle belki de çocuğumuzu gelecekte var olmayacak bir meslek için hazırlıyor olabiliriz.

Örneğin trend belirleme konusunda faaliyet gösteren şirketlerin gelecekte var olacağını öngördükleri birkaç meslek şöyle:
Dijital ölüm yöneticiliği: Ölen kişilerin sosyal medya hesaplarını yöneten, kişinin ölümden sonra da hatırlanmasına olanak veren meslek.
Dijital detoks uzmanı: Kişilerin dijital bağımlılıklarından kurtulmasında destek veren meslek
Şehir çiftçileri: Balkonlarda yetişen sebze, meyve konusunda danışmanlık veren kişiler
Etik teknoloji avukatları: Teknolojinin doğru şekilde kullanıldığını denetleyen meslek, kulağa hayal gibi geliyor, değil mi? Ama bütün yenilikler önce birer hayal değil miydi?

Bunlar da hali hazırdaki mesleklerden:
Medikal endeksleyici: Kişilerin hastalık geçmişlerini dosyalayan, bunlardan analizler yapıp olası hastalıklara önlem alan meslek.
Freelance BioHackerlık: Biyolojik bir oluşumun kapasitesini artırmak, bir problemini gidermek ya da performansını artırmak amacıyla, moleküler biyoloji ile genetik mühendisliği disiplinlerini bir arada kullanarak o oluşuma müdahale eden meslek.
Aslında söylemeye çalıştığım, yeni çağın ihtiyaçlarına göre yepyeni, hiç tahmin edemeyeceğimiz meslekler çıkıyor. Bu sebeple en doğrusu belli bir mesleğe yönlendirmeden, gencin öne çıkan becerilerini tespit edip bu özellikleri beslemek ve geliştirmek. Nasılsa bu becerilere uygun mesleği bulacaktır. Meslek seçiminde aileye düşen görevlerden bahsetmiştim. Ancak ailenin yeterli olmadığı durumlarda öğrencilerin yetenek haritalarını çıkarma konusunda profesyonel destek alabilirsiniz. Gençlere  meslek seçimi konusunda rehberlik ederken, ailelerle iş birliği içinde, öncelikle öğrencilerin beceri, ilgi ve yönelimlerini tespit ederek kendilerini tanımalarına, aile kariyer yapılarını  fark  etmelerine, yaratmak yada yaşamak  istedikleri dünyayı  tanımlamalarına  eşlik ediyorum. Sonra da bu alanlar doğrultusunda destekleyici eğitimler almaya teşvik ediyorum. Çünkü bir konuda ne kadar donanımlı olurlarsa, o kadar iyi şeyler ortaya koyabilirler. Bir şeyi iyi yapmak da hem mutluluğu hem başarıyı getirir.
Amaç diploma almak  değil beceri kazanmak  ve tabi ki bu becerileri etkin bir şekil de kullanmak

Referanslar:

http://www.p21.org/storage/documents/Critical%20Skills%20Survey%20Executive%20Summary.pdf
http://timss.meb.gov.tr/wp-content/uploads/TIMSS_2015_Ulusal_Rapor.pdf
https://www.oxfordmartin.ox.ac.uk/downloads/academic/The_Future_of_Employment.pdf

Kaynaklar:

http://www.newgenerationjobs.com/
https://www.fastcompany.com/3015652/8-new-jobs-people-will-have-in-2025

En Çok Okunan Makaleler

Koçluk İle İlgili Makaleler

Öğrenci Başarısı İçin Koçluk Teknikleri Nasıl Kullanılır?

0
Bir öğretmen, bir akademik danışman, bir rehber öğretmen koçluk becerilerini mesleğinde nasıl kullanır? Öğrenci başarısı  için öğretmenlerin yada özel ders öğretmenlerinin öğrencilerin tam olarak kavrayamadıkları...